Ana Sayfa Blog Sayfa 134

Filistin halkına omuz vermeye; sokağa, eyleme

Filistinlilerin Büyük Felaketin (Nakba) yıldönümünde yapacağı, Büyük geri dönüş yürüyüşlerine, Anadolu halklarını, yarın (15 Mayıs) 19.00’da Taksim Tünel meydanında BDS’nin çağrısıyla yapılacak eyleme katılmaya, Filistin davasına omuz vermeye, emperyalizme karşı Filistinlilerin sesi olmaya çağırıyoruz.

ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınması ve Nakba’nın 70. yılını protesto için Filistin’de gerçekleştirilecek “milyonluk yürüyüşün” hazırlıkları devam ediyor.

Gazze Şeridi’nde ise Filistinlilerin eylemlerine, İsrail işgal güçleri, gerçek mermi, plastik mermi, havan topları ve gaz bombalarıyla saldırıyor. Saldırılar sonucu en az 50 Filistinli hayatını kaybederken, 2 binden fazla Filistinli de yaralandı. Direniş devam ediyor.

12 yaşında çocukları, kadınları, yaşlıları, tarihi, direnişi ile Filistin’i öldürmek isteyen işgalcilerin katlettiği Filistinliler arasında, daha önceki bir İsrail saldırısında bacaklarını kaybeden 30 yaşındaki Fadi Hasan Ebu Salih de var. İsrail işgal güçlerinin bugünkü saldırısında bir keskin nişancı tarafından katledildi.

İşte yenemeyecekleri güç budur!

Ebu Salih’in hikâyesi, emperyalist saldırganlığın ve Filistin direnişinin hikâyesidir. Kudüs’ü, Gazze’yi, Batı Şeria’yı nehirden denize Filistin topraklarının her karışını, gökten yağan bombaları, tankları, zincirlerinden boşanmış işgal güçleriyle yangın yerine çevirenler; bu ısrara, halkın elindeki sapanlara yenilecek. Bu emperyalist saldırganlık, halkların örgütlü direnişine, Filistin sapanlarından savrulan taşlara, yakılan direniş ateşlerine yenilecek.

Emperyalistleri, emperyalizmin Ortadoğu’nun yüreğine saplamış olduğu İsrail hançerini ve bütün tetikçilerini bölgemizden def edeceğiz.

Yaşasın halkların ortak mücadelesi!
Nehirden denize özgür Filistin!
Filistin Filistinlilerindir!
#Filistin

Artık yeter! Söz sokakta, taleplerinle 1 Mayıs’a!

2018 1 Mayıs eylemleri direnişi büyütecek örgütlülüğü geliştirmemiz için önemli bir fırsat olacaktır. 1 Mayıs hazırlıkları ve eylemleri; direnenleri birleştirecek, yol gösterecek ve moral taşıyacaktır.
Savaş politikalarına, artan sömürüye, dayanılmaz hale gelen yaşam ve çalışma koşullarına, özgürlüklerin yok edilmesine, doğanın talanına karşı 1 Mayıs alanlarında, işçi sınıfının safında gücümüzü birleştirelim.
Mahallede, okulda, işyerinde, fabrikada sorunlarımız ve taleplerimiz etrafında bir araya gelelim, kitlesel bir 1 Mayıs için çağrılar yapalım, katılımı örgütleyelim.
Bu çürümüş düzene karşı, özgür ve eşit bir toplum, sömürüsüz, insanca ve onurlu bir yaşam için taleplerimizle, renklerimizle 1 Mayıs alanlarına akalım.
Korkma! Sen Gerçeksin. Sinme! Sen İşçisin. Örgütlen! Güç Sensin.
Kaldıraç’la 1 Mayıs’a!

“Baskın Seçim” çözülüşe çare olmayacak. Örgütlenerek Kazanacağız!

Bir gün önce seçimlerin Kasım 2019’da yapılmasından söz eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir gün sonra, “yerli ve milli” ittifakı Bahçeli ile bir araya gelerek seçim tarihini 24 Haziran 2018 olarak açıkladı.

Saray Rejimi’ni bu “Baskın Seçim”e gitmeye iten etmenler nelerdi?

Türkiye Cumhuriyeti devleti bir çözülüş sürecindedir. Bu çözülüşün iki temel dinamiği var.

Birincisi ve bugün önde gözüken, bölgemizde yoğunlaşan emperyalist paylaşım savaşının içerideki çözücü etkisidir. Suriye’de yaşanan savaş ve gelişmeler bunun açık göstergeleridir.

Çözülüşün ikinci dinamiği, Kürt halkının tüm baskı, katliam politikalarına rağmen geriletilemeyen mücadelesi ve 2013 31 Mayısı’nda patlayan Gezi Direnişi’nin açığa çıkarttığı mücadeledir.

İki ayrı kanaldan yürüyen bu mücadeleler, 7 Haziran 2015 seçimlerinde birleşme eğilimi göstermiş ve egemenlerin uykusunu kaçıracak şekilde, toplumda “başka bir dünyada yaşayabiliriz” umudunu büyütmüştür. Eşit, özgür, kardeşçe bir yaşam istemine dönük katliam boyutunda saldırılar, tutuklamalar vb. varolan umudu ve direnç eğilimini geriletse bile kıramamıştır.

“Allahın lütfu” olan 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı “Yenikapı ruhu”, 16 Nisan referandumundaki “Hayır” seferberliği ile ters yüz edilmiştir.

Çocuk istismarından kadın cinayetlerine, doğanın yağmalanmasından eğitimdeki ticarileşme ve gericileşmeye, özgürlüklerin gaspından toplumsal çürümeye kadar birçok alanda artan öfke kendini örgütleyecek kanallar aramaktadır.

Bu iki dinamikle birlikte, ekonomideki durum ve özellikle inşaat sektöründeki krizin saklanamaz hale gelmesi, borç yapılandırma sırasına giren, yurtdışına kaçıp iflas açıklayan patronlar, daha büyük krizin kapıda olduğunu açıklayan hükümet üyeleri, “baskın seçim”e gidişin etkenlerinden biridir.

Savaş politikaları ile içeride baskıları arttırmak ve milliyetçi hezeyanlarla desteğini sağlamlaştırma isteği de amaçladıkları karşılığı bulamamış, işçilerin bir yandan borç batağı, ağırlaşan yaşam koşulları ve çaresizlikten her geçen gün artan intiharları, diğer yandan bu sefalet tablosunu ortadan kaldıracak arayışları Saray Rejimi’nin korkulu rüyası olmuştur.

Bu seçim neyi çözecektir?

Hiçbir şeyi! Çözülüş devam edecektir. Bu “baskın seçim”, zaman kazanmak için sarılınan can simididir, ancak can simidi çürüktür.

Şeker fabrikalarının haraç mezat satılarak kapatılmasına; ormanların şirketlere devredilmesine; hazinenin şirketlere ihaleler yoluyla yağmalatılmasına; işçilerin-emekçilerin alınterinin sömürüsüne; dışarıda savaş politikaları ile emperyalizme tetikçilik yapmaya; emekçi çocuklarının kanı üzerinden zenginleşmeye devam edilecektir.

Bu “baskın seçim”, yağmalanacak denizin bittiği yerde adı konacak olan ekonomik krizin yaratacağı işsizlik, yoksulluk ve açlığın getireceği patlamaları bastıracak şekilde gücün bir an önce tek elde toplanması çabasıdır.

Bu “baskın seçim”, bölgemizde yürüyen emperyalist paylaşım savaşının ortaya çıkaracağı krizlere karşı tek ses olarak çıkabilmeyi garanti altına alma çabasıdır.

Bu “baskın seçim”, nefes almakta zorlanan toplumun, “özgürlük” şiarı ile ayağa kalkmasını engelleme çabasıdır.

Onların planı budur. Bunu başaracaklarına dair kesin bir fikirleri olmamakla birlikte, ellerinden geleni yapacaklardır.

Önemli olan, biz insanca, onuruyla ve kardeşçe yaşamak isteyenlerin, ne yapacağıdır.

7 Haziran seçimlerinden sonra 16 Nisan referandumu, sadece sandıkta oy vererek istediğimiz yaşamı, ülke ve dünyayı kuramayacağımızı göstermiştir.

Sadece sandıkla sınırlı bir bakış kendimizi kandırmak olacaktır. Seçimlerin öncesi ve sonrasında, istediğimiz, düşlediğimiz gibi bir yaşam ve buna uygun bir düzen için irademizi ortaya koymak, kendi kaderimizi elimize almak zorundayız.

İstemlerimiz için hayatın her alanında irade koymak, milyonlardaki direnme eğilimini örgütlü güç ile buluşturmak zorundayız.

Bu yağma, savaş, sömürü ve zulüm düzenini değiştirebiliriz.

Bunun için örgütlenmek dışında bir yol, sihirli bir değnek yoktur.

Örgütlü halkları hiçbir kuvvet yenemez!

KALDIRAÇ
19 Nisan 2018

Emperyalist haydutlar bölgemizden defolun!

ABD’nin başını çektiği emperyalist haydutlar ve İsrail, Katar, Türkiye, Suudi Arabistan, Ürdün gibi işbirlikçileri ile birlikte, Libya’dan sonra Suriye’de başlattıkları savaşta, ne zaman Suriye halkları emperyalist planları bozan direnişte zaferler elde etmeye başlasa, “kimyasal saldırı” haberleri ve akabinde saldırılar geliyor.

ABD emperyalizmi, Libya’da kendi liderliğindeki koalisyonu bir arada tutmak için Fransa ve İngiltere’ye rüşvet vermiş ve Fransa’nın başı çektiği saldırılarla Kaddafi devrilmiş, Libya yıkıma uğratılmıştı. Libya’nın petrolü ise Fransız Total, İngiliz BP ve ABD’li petrol şirketlerince pay edilmişti.

Aynı uğursuz ittifak, Libya’da izledikleri metotların benzerlerini devreye sokarak Suriye’de de sonuç almak istediler. Ancak Suriye halkları, 7. yılına giren bir direnişle emperyalist planları boşa çıkararak, emperyalistlere yenilgi yaşattılar.

Bugün sabaha karşı gerçekleştirilen saldırı, yenilgilerini tersine çevirmek, içerde sıkışan, yaratıp, büyüttükleri katliam ve tecavüz çetelerine moral vermek amaçlıdır. Kore’de, Vietnam’da, Afrika’da, Amerika’da… velhasıl dünyanın dört bir yanında kimyasaldan nükleere her türlü silahla milyonlarca insanın kanına girmiş, yakmış yıkmış emperyalist haydutların, Suriye’de kimyasal silah gerekçesiyle Suriye’yi “cazalandırdığına” kim inanacaktır?

Suriye’de yaşanan savaş, sadece Suriye’yle sınırlı bir savaş değildir. Bu emperyalist paylaşım savaşında bir aşamadır ve her an bölgesel bir savaşın ya da bir dünya savaşının tetikleyicisi olmaya adaydır.

Kapitalist-emperyalist sistem, emeğin ve doğanın yağmalanmasının sınırına gelmiş, büyük bir kriz içinde debelenmektedir. Hepsi bir yana, bugün “büyük” devletlerden başlayarak neredeyse tüm devletlerin başında bulunan yönetenlerin kapasiteleri ve düzeylerine bakmak bile krizlerinin boyutunu görmek için yeterli veri vermektedir. Çürüme ve çöküş tabiri caizse “tepeden tırnağa” tüm bünyeyi sarmış durumdadır.

Bu çürümüş, fazladan ömür süren ve insanı bitirerek ayakta kalmaya çalışan sistem savaş politikaları dışında bir çıkış bulamamaktadır.

Emperyalist saldırganlar ve bu saldırıları destekleyen işbirlikçiler açıktır ki, işçilerin, ezilen halkların kanı üzerinden sömürü ve zulüm düzenlerini sürdürmek istemektedirler.

Bu sistemin sahiplerine, dünyanın işçilerinin, ezilen halklarının da yanıtı elbette olacaktır. Tüm dünyada süren direnişler, sisteme karşı artan öfke, sömürüz, savaşsız ve sınırsız bir dünyanın mayalanmakta olduğunun habercisidir.

Dünya işçi sınıfı ve ezilen halkları, örgütsüzlüğünü yendikçe, örgütlü gücünü geliştirdikçe bu emperyalist asalakları başından atacaktır.

Bu savaşa karşı çıkmak, insanca, onuru ile ve kardeşçe yaşamak isteyen her insanın görevidir.

Er ya da geç, zafer, işçi sınıfı ve ezilen halkların olacaktır!

Örgütlü halkları hiçbir kuvvet yenemez!

KALDIRAÇ
14 Nisan 2018

İsrail’e karşı ortak mücadeleye!

Bugün Filistin Toprak Günü. 1976’da bugün, Filistin halkı Siyonist yayılma ve mülksüzleştirme planlarına karşı sokağa çıktı, grevler ve yürüyüşler örgütledi. Ayağa kalkan Filistin halkına karşı İşgal devleti silahsız halka ateş açarak 6 kişiyi katletti.

30 Mart toprak gününün 42. yıldönümünde, bugün, İşgal devleti aynı katliamcı pratiğiyle Filistin halkına saldırdı. Filistinlilerin Gazze’de düzenlediği Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü’nde binlerce Filistinli gaz ve ve gerçek mermilerle saldırıya uğradı. Açıklamamızın yayınlandığı şu anda 12 Filistinli katledildi, yüzlerce yaralı var.

Siyonizm, ABD’den aldığı güçle Filistin halkına saldırmaya devam ediyor. Yolsuz Netanyahu hükümeti ve yönettiği İşgal devleti, Filistin halkını sistematik olarak katletmeyi, yerinden etmeyi, mülksüzleştirmeyi, Filistin halkının yeraltı ve yerüstü zenginliklerini yağmalayıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti de dahil olmak üzere birçok devlete satmaya devam ediyor.

ABD güdümlü İşgal devleti, bölgede emperyalizme karşı direnen halklara, ülkelere, örgütlere saldırıyor, bölgeyi emperyalist işgale uyumlu hale getiriyor.

Ancak Filistin halkı direnmeyi sürdürüyor, bölgede Filistin mücadelesi halkların emperyalizme karşı ortak mücadele bayrağını yükseltiyor. Filistin halkıyla dayanışma içinde olan halklar tüm dünyada Filistin davasına omuz veriyor. Bugün Filistin mücadelesi dünyanın her ülkesinde İsrail’e karşı politikalar örgütlüyor.

Kaldıraç olarak Siyonist İsrail’e karşı, emperyalist işgale karşı Filistin halkının yanında olacağız.

İsrail’e Karşı Boykot Girişimi’nin (BDS Türkiye) 31 Mart Cumartesi günü saat 15.00’te İsrail Başkonsolosluğu (Levent) önünde yapacağı Kudüs Nöbeti’ne, Filistin davasına inanan ve İşgal devletine karşı anti-emperyalist mücadele veren bütün halkımızı davet ediyoruz.

MEDENİYETLER BEŞİĞİ ORTADOĞU EMPERYALİZME MEZAR OLACAK!
KATİL İSRAİL ORTADOĞU’DAN DEFOL!
NEHİRDEN DENİZE ÖZGÜR FİLİSTİN!

KALDIRAÇ
30.03.2018

20 Mart 2018 günü İzmir’de gözaltına alınan tüm okurlarımız serbest bırakıldı.

Baskılar, gözaltılar bizi doğru bildiğimiz yoldan ayıramaz!

Saray rejimi burjuva medya eliyle, yasakları, baskılarıyla önümüzdeki aydınlık günlerin ışığını engellemeye çalışıyor. Oysa bugün Saray rejiminin yaratmaya çalıştığı sessizliğe, karanlığa karşı başkaldıranların inancı ve umudu toprak gibi ezildikçe sertleşiyor, çelikleşiyor.

Sokağı sessiz bırakma çabaları sonuçsuz kalan iktidar; öğretmeninden öğrencisine, kadınından çevrecisine, gazetecisinden akademisyenine, belediye başkanlarından milletvekillerine, işçiye, emekçiye, kısacası kendisine muhalif herkese, operasyonlarla, gözaltılarla, tutuklamalarla göz dağı vermeye çalışıyor.

20 Mart sabahı erken saatlerde 14 okurumuzun evlerine baskın yapılmış, dergimizin İzmir temsilcisinin de arasında bulunduğu 12 okurumuz, polisin düzmece iddialarıyla gözaltına alınmıştı. Arama gerekçelerini kendileri dahi doğru telaffuz edemeyen polisler bazı okurlarımıza ve ailelerine şiddet uygulamıştır. Medya kanalı ile tamamen düzmece, yalan haberler yayarak “örgütsel doküman” ve “çok sayıda silah” ele geçirildiği yazılmıştır.

Okurlarımızın evinde bulunan Kaldıraç dergilerinin hiçbir sayısına ilişkin toplatma kararı olmamasına rağmen 5 sayımıza ilişkin toplatma kararı olduğu söylenerek, dergilerimize polis tarafından el konulmuştur. Bir okurumuzun evinde yapılan aramada ise 1997 yılında polisin ajanlık teklifini reddettiği için öldürülen ortağımız Ali Serkan Eroğlu’nun yayınevimiz tarafından yayımlanan kitaplarına yasaklı denilerek el konulmuştur. Ali Serkan Eroğlu’na ve 1997 yılında işkencede katledilen Bekir Kilerci (Burhanettin Akdoğdu)’ye hala büyük bir korkuyla yaklaştıkları açıktır.

Muhbirleşmenin, insanlıktan çıkmanın propagandasının yapıldığı bugünlerde okurlarımız hakkında bir ihbar olduğu iddia edilmiştir.
Bu ihbarla okurlarımız “terör örgütü propagandası” yapmakla suçlanmıştır. Bahsi geçen ihbarda Aralık ayında İzmir’de Ali Serkan Eroğlu ve Bekir Kilerci’yi anmak için düzenlediğimiz basın açıklamasının “terör örgütü propagandası yapmak” üzere organize edildiği ve Newroz’da da “korsan eylemler yaparak halkı galeyana getireceğimiz” iddia edilmiştir.

Olağanüstü hal koşullarında, neredeyse tüm sokak eylemlerinin polis tarafından saldırıya uğradığı bir dönemde, ses çıkarmanın bütün yollarının kapatılmaya çalışıldığı, sosyal medya paylaşımı yapanların, kitap okuyanların, dergi ve gazete takip edenlerin “terörist” ilan edilerek tutuklandığı bir dönemde, boyun eğmeyenler elbette devletin korkusu olacaktır.

İzmir’in sokaklarında gerçeklerin anlatılması, insani değerlere sahip çıkma çağrıları yapılması, açlığa, yoksulluğa, savaşa hayır denilmesi bir devleti ancak bu kadar korkutabilirdi. Boyun eğmeyenlerin, teslim olmayanların varlığı bir iktidarın elini ayağını birbirine ancak bu denli dolaştırabilirdi. Yapılan ev baskınları, gözaltılar, tutuklamalar, yasaklamalar bu korkunun ifadesidir.

Hiçbir yasak hiçbir baskı bizleri insan kalmanın onurundan mahrum bırakacak kuvvette olamaz. Bir avuç asalak, milyonların adalet, özgürlük ve barış talebini susturamaz.

Okurlarımızın gözaltında bulunduğu 9 gün içerisinde İzmir temsilciliğimize baskın yapılmış, tamamen dağıtılmıştır. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Ali Serkan Eroğlu ve Bekir Kilerci’nin resimlerinin bulunduğu afişlerimiz polis tarafından yırtılmıştır. Çünkü onlar da iyi bilmektedirler, tek bir afiş dahi onların dünyasının karanlığını yırtıp atacak güçtedir.

Daha önece bırakılan iki okurumuzla birlikte, 9. gün tüm temsilci ve okurlarımız somut hiçbir suçlama yapılamadan serbest bırakılmıştır.

Gözaltı-adliye sürecinde ve yapılan basın toplantısı ile destek ve dayanışmalarını gösteren tüm dostlarımız haklı mücadelemize güç katmıştır. Buradan bir kez daha ifade ediyoruz: Direniş ve dayanışma ile kazanacağız.

Biliyoruz ki yıkılmaya yaklaştıkça zalimin zulmü artarmış. Bu zulüm düzenini, sömürü, yağma ve talan düzenini yıkmak için örgütlenmeye devam edeceğiz. Baskılar, gözaltılar çürümüş düzenlerini kurtaramayacak.

KALDIRAÇ
29 Mart 2018

İsmail Yeşilyurt

Anadolu devrimci hareketinin bir çok döneminde yer almış. Karadeniz’de TİP ve Dev-Genç’in örgütlenmesinde öncü olmuş, bununla beraber Kurtuluş’un kurucularından olan ve dergimizin okuru İsmail Yeşilyurt’tu 20.03.2018 günü güneşe uğurladık.

İsmail Yeşilyurt, yaşamı boyunca birçok insana etki etmiş ve devrimci mücadelenin parçası haline getirmiş, son nefesine kadar mücadelesini sürdürmüştü. Bu anlamda deneyimlerini paylaşabileceği bir röportaj kitap çalışması yapmaktaydık.

Hastalığından kaynaklı hastaneye yatması nedeniyle röportajlarımızı bitirememiş olduk. Ancak kendi isteği doğrultusunda deneyimlerini herkesle paylaşacağız.
Bu anlamda bize bıraktığı her şeye sahip çıkacağız.

Anısı mücadelemizde yaşayacak…

KALDIRAÇ

Baskılar, Gözaltılar; bu çürümüş düzeninizi kurtaramaz!

İzmir’de okurlarımıza yönelik ev baskını ve gözaltılar…

BASKILAR, GÖZALTILAR; BU ÇÜRÜMÜŞ DÜZENİNİZİ KURTARAMAZ!

Bu sabah erken saatlerde, İzmir’de, dergi temsilci ve okurlarımıza yönelik ev baskınları gerçekleştirilmiş, emniyetin açıklamasına göre 12 kişi gözaltına alınmış, 7 gün gözaltı süresi alındığı öğrenilmiştir. İki okurumuzun ise arandığı söylenmektedir.

Gözaltına alınanlardan isimlerini öğrenebildiklerimiz; Kutay Soybil, Begüm Ateş, İlker Savran, Ali Fuat Eroğlu, Emre Özüm, Özge Usanmaz, Yavuz Güneşyüz, Ali Kemal Gündüz, Lale Çelik, Cihan Taşkın.

Dosyaya getirilen kısıtlılık nedeniyle suçlamaları bilmemekle birlikte, polis fezlekeleri üzerinden yapılan yalan haberlerden “yasadışı örgüt üyeliği” ile suçlandıkları, yürüyüş yaptıkları vb. yalanları dolaşmaktadır.

Bir yandan kendi hukuğunu bile tanımayanlar tüm muhalefeti susturmak ve sindirmek için ellerinden geleni yaparken, medya eliyle de korku yaymaya çalışıyorlar.

Baskılar, gözaltılar, tutuklamalar, sansür hepsi kendi korkusunu topluma yaymaya çalışan iktidarın güçsüzlüğünün göstergesidir.

Gizlilik kararları ile avukatların bile erişemediği dosyalara ilişkin, henüz bir iddianame bile hazırlanmamışken gözaltına alınanlar “terörist” ilan ediliyor, muhalif kurumlar, örgütler, partiler “illegal” ilan ediliyor.

Okurlarımıza yönelik kriminalize etme çabasına dahil olan tüm basına da bir kez daha hatırlatmak istiyoruz: İktidarın dili ile konuşanlar, iktidar ile birlikte tarihin çöplüğünde yerini alacaktır.

Okurlarımız, bu yağmanın, yolsuzluğun, sömürünün, savaşın ve çürümüşlüğün odağı olmuş düzene karşı, dağıttıkları dergilerle, gazetelerle, katıldıkları basın açıklamaları, mitinglerle, mücadele eden devrimcilerdir.

Baskıların, gözaltıların bizi doğru bildiğimiz yoldan ayıramayacağını, bu çürümüş düzenin sahipleri de bilmektedir.

Okurlarımızın yaptığı hiçbir eylem ve etkinlik suç değildir. Derhal serbest bırakılmalıdırlar.

Baskılar, gözaltılar bizi yıldıramaz!

KALDIRAÇ
20 Mart 2018

Ferdi Can Çiftçi serbest bırakılsın!

Çürümüş düzeniniz yama tutmaz, baskılar sizi kurtarmaz

Ferdi Can Çiftçi serbest bırakılsın!

8 Mart’ta okurumuz Ferdi Can Çiftçi’yi, polis evine baskın düzenleyerek gözaltına aldı. Okurumuz bugün çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklandı. Yasal olarak çıkartılan yayınların yasadışı ilan edildiği bir dosya ile tutuklanan okurumuz derhal serbest bırakılmalıdır.

Dışarıda savaşı kundaklayanlar; içeride işçilere, devrimcilere, halklara saldırıyorlar. Ev baskınlarıyla gazetecileri, aydınları ve savaşa karşı çıkanları gözaltına alıp tutukluyorlar.

Devlet çözülmektedir, yönetememektedir. Ve işte tam da bu yüzden 8 Mart’ta saldırmaktadır, hakkını arayan işçilere saldırmaktadır, öğrencilere saldırmaktadır, akademiye saldırmaktadır. Bunca baskıyı, adaletsizliği, şiddeti ortadan kaldırmanın tek yolu var; direnişi örgütlemek, büyütmek…

Kendi yağma, sömürü ve zulüm düzenlerini sürdürmek adına örgütledikleri Saray Rejimi’ne karşı mücadele etmek alınteri ile, emeği ile geçinen, insanca ve onuruyla yaşamak isteyen herkesin sorumluluğudur.

Yaşasın devrim ve sosyalizm!

 

Ekim Devrimi’nin 100. Yılında, Devrim ve Komünizm Yolunda*

Ülkemin güzel insanları,
Yoldaşlarım,
Dostlarım…
Kaldıraç’ın düzenlediği, Ekim Devrimi’ni anma etkinliğinde sizlerle birlikte olmaktan çok mutluyum.
Hepiniz hoş geldiniz, hepinize merhaba.

Ekim Devrimi’nin 100. Yılında, Devrim ve Komünizm Yolunda

Dile kolay 100 yıl.
Ama insanoğlunun, tüm sınıflı toplumlar boyunca, binlerce yıllık mücadele tarihini düşününce, 100 yıl, daha dün sayılır.
Haksızlığa, insanın insana kulluğuna, egemenlerin iktidarına, cenneti bu dünyada, milyonlarca emekçinin cehennemi üzerine kuranlara karşı ilk isyan eden kimdir, bilmiyoruz. Ama o isyanı, o isyankârı yürekten selâmlıyoruz.
Yazılı tarih bize, Spartaküs, Aristonikos, Babek, Baba İshak, Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa isyanlarını ve daha fazlasını bilme olanağı veriyor.
İşte Ekim Devrimi, bu isyan geleneğinin bir devamıdır. Paris Komünü’nde zaferi göğüsleyememiş ve yenilmiş işçilerin zaferidir.
Sadece devamı değildir; Ekim Devrimi, özgürlük ve ortakçı toplum hayallerini hayata geçirebilme yolunun da göstericisidir.
Ekim Devrimi’nin 100. yılını anarken, selam olsun özgürlük ve ortakçı toplum hayalleri için direnene, selam olsun haksızlığa karşı isyan bayrağı açana, selam olsun boyun eğmeyene.

***
Bugün tüm burjuva basın, tüm tekelci medya aygıtları, onlara hizmet eden profesörler, bilim adamı ünvanlı yüzlercesi, “uzman” kılıklı şarlatanlar, hepsi, bize, işçi sınıfına ve devrimcilere, “artık komünizm bitti”, diye vaaz veriyorlar. İşçi sınıfı ve ezilen halkları, özgürlük ve kardeşlik üzerine kurulu ortakçı düzen hayalinden, komünizm hayalinden vazgeçirmeye çalışıyorlar.
Birçok dönek, dün elde etmiş oldukları “eski solcu” unvanını kullanarak, artık “devrim ve komünizm” çağının kapandığını anlatıyor.
Gören der ki, bu güruh, işçi sınıfı ve ezilen halkları o kadar çok düşünüyor ki, yanlış yapmasını önlemek için “yardımcı” oluyor. Gözlerimiz yaşarıyor.
Biz işçilere, açıkça, özgür bir dünya hayalinden, kardeşçe ve ortakçı bir düzen hayalinden, kurtuluş hayalinden; köleliğe, kapitalist sömürüye, insanın insana kulluğuna, yeryüzündeki emperyalist yağmaya son verme mücadelemizden, her türlü aşağılanmayı yok etme hayalimizden vazgeçin, diyorlar.
Diyorlar ki, bakın, işte Ekim Devrimi, 1917’de zafere ulaşmıştı, ama sonra ne oldu, o da yozlaştı ve sonunda kapitalist dünyaya yenik düştü. Siz, diyorlar, yeniden bir zafere ulaşsanız bile sonu böyle olacaktır.
Tüm burjuva kalemşörler, işçi sınıfını mücadeleden vazgeçirmek, hayallerinden ve kurtuluş mücadelesinden vazgeçirmek için büyük uğraş veriyorlar.
Cennetlerini, burjuva egemenliklerini, insanı köleleştiren sistemlerini sonsuza kadar korumak için, işçi sınıfının mücadeleden vazgeçmesini istiyorlar.
Burjuvazi, tüm mülk sahipleri gibi korkaktır. Egemenler, korkaklıkları nedeni ile sürekli saldırgandırlar, sürekli yalan söylerler. Günümüz burjuva devleti, Tekelci Polis Devleti, sürekli saldırganlık ve yalan ile ayakta durmaya çalışıyor. Kendi gelecekleri olmadığını biliyorlar. Çoktan tarihin çöplüğüne atılması gereken, insanlığın gelişiminin önünde bir engel olarak duran kapitalist sistem, bu saldırganlık ve yalanlarla ayakta duruyor.

***
Bundan tam 169 yıl önce, Marx ve Engels, işçi sınıfının kapitalist sömürüye, burjuva egemenliğe karşı mücadelesinin zaferi için “komünist manifesto”yu kaleme aldılar. Artık, işçilerin kapitalistlere, patronlara karşı günlük mücadelesi ile yetinmeyip, iktidarı almaları gerektiğini ortaya koydular. Avrupa’da, burjuvaların dillerinden düşürmediği, komünizm hayaletine can vermek için bir devrimci örgüt kurmak gerektiğini düşündüler ve bunun manifestosunu yazdılar. İşçi sınıfı, ilk kez kendi mücadelesi için bilimle tanıştı.
Bundan tam 100 yıl önce, yani manifestonun kaleme alınışından 69 yıl sonra, dünya proletaryası, Rus proletaryası eli ile Çarlığın egemenliğine son verdi. Avrupa’da dolaşan hayalet, komünizm hayaleti, gerçek oldu. Paris Komünü’nde, işçilerin yarım bıraktığı, zafere ulaştıramadıkları özgürlük ve kardeşlik arayışları, 1917’de, Moskova ve St. Petersburg şehirlerinden başlayarak tüm Rusya’da zafere ulaştı.
Tarihte ilk kez, proletarya, iktidarı aldı.
Tarihte ilk kez, bir sınıf, iktidarı alırken, eşitlik, özgürlük ve ortaklık üzerinden, insan iradesi ile bir yeni dünya kurmayı denedi.
Tarihte ilk kez, bir sınıf, iktidarı alırken, tüm sömürüye ve tüm sınıfların varlığına son verme programını ilan etti.
Tarihin en görkemli devrimi, işçileri iktidara taşıdı. Dünya halklarına umut saldı ve dünyanın her yerinde mücadeleyi tutuşturdu.
Tarihte ilk kez, emekçiler için, dünyanın karmaşık hâli, basit ve sade bir hâl aldı; ya eski köhnemiş burjuva iktidarını koruyacaksın ya da onu alaşağı edeceksin.
Tarihte ilk kez, burjuvaların ünlü deyimi ile “ayak takımı”; “baş” oldu.
Burjuvaları, egemenleri korkutan da budur. Ve dünyanın tüm burjuvaları, Ekim Devrimi’ni boğmak için birleştiler.
Ekim Devrimi, ateşleri içinden doğduğu I. Dünya Savaşı’na son vermek ve barışı sağlamak üzere ilk adımlarını atar atmaz, tüm emperyalist güçler, devrimi boğmak için, yürüttükleri saldırganlığı daha da artırdılar.
Pazar paylaşımı için giriştikleri savaşın ortasında, tüm kapitalist sistem için geri gelmeyecek bir kayıpla çıkıyorlardı ve proletaryanın bu meydan okuması, hepsinin yüreklerine korku salmıştı.
Ekim Devrimi, 100 yıl önce, işçi sınıfının kurtuluşu ve komünizm hayalinin gerçekleşebilir olduğunu göstermiştir.
Biliyoruz, bir şeyi bir kere ispatlamış olmak yeterlidir.
II. Dünya Savaşı’nda, tüm emperyalist güçlerin ortak saldırgan gücü olarak kullandıkları Hitler’in saldırılarını durduran, büyük bir insanlık ve mücadele destanı ortaya koyan da bu Ekim Devrimi’nin çocukları idi.
Sovyetler Birliği, insanoğlunun özgürlük ve ortakçı toplum hayalinin kanlı ve canlı hâli idi. Bu nedenle, tüm emperyalist cephe Ekim Devrimi’ni boğmak için, daha ilk günlerinden başlayarak aralıksız saldırılar düzenlemekten geri durmadılar. 1990’da Sovyetler çözülünce, bize “tarihin sonu”, “artık komünizm bitti, mücadeleyi bırakın” diyenler, bu saldırganların bir başka türüdürler, hepsi budur.
Ekim Devrimi, daha ilk gününden, hem çökertilmek, hem de kuşatılmak istenmiştir. Emperyalist güçler, Ekim Devrimi’ni çökertme ve kuşatma siyasetini birlikte uyguladılar. Ekim Devrimi, dünyaya yayılamadıkça, elbette zorluklarla karşılaşacaktı. Bu nedenle, hem Sovyet topraklarına saldırıları, hem binbir yolla ambargoları, hem de kuşatma siyaseti bu saldırganlığın temel taşlarıdır.
Biz, Türkiyeli devrimciler, Ekim Devrimi döneminde başlamış anti-emperyalist halk direnişinin, nasıl emperyalizmle uzlaşarak yok edildiğini yaşadık. TC devleti, Ekim Devrimi’nin yayılmasını durdurma, Sovyetler Birliği’ni kuşatma siyasetinin ürünü olarak organize edildi. Elbette, Ekim Devrimi olmamış olsa idi, başarabilselerdi, bugünkü Anadolu, emperyalist güçler arasında paylaşılacaktı. Halkın direnişi, Osmanlı egemenlerine en büyük tehdit olarak görünüyordu. Ve emperyalist güçlerle uzlaşarak, devrimci hareketi ve halkın anti-emperyalist direnişini kıran burjuvazi, TC devletini en başından Ekim Devrimi’ne karşı bir üs olarak organize edenlerin işbirlikçisi oldu. En başından, anti-komünizm, sınıfların inkârı, Anadolu’nun bir halklar hapishanesine çevrilmesi, devletin ana direği oldu. Bizler, Anadolu’nun devrimcileri, SSCB’nin kuşatılması siyasetini iyi biliriz. Anti-emperyalist nitelikli halk hareketi emperyalist işgale karşı direnirken, bu hareketle birleşmeye gelen komünist önderlerimizi Kemalist rejimin nasıl katlettiğini unutmayız.
Ekim Devrimi, tüm dünyada burjuvaların, feodalizm kalıntısı egemenlerin, kısacası tüm egemenlerin yüreğine korku salmıştır. Yeryüzünde kurdukları egemenlikleri, onların cennetidir ve bu cenneti kaybetme korkusu ile Ekim Devrimi’ni boğmak için saldırdılar.
Ekim Devrimi, tüm dünya işçileri için bir zaferdir. Kurtuluş, devrim ile geliyor ve bunun için devrimci bir işçi sınıfı gerekiyor. Devrim, devrimci bir örgütlenmeyi gerektiriyor. Tesadüfen olmuyor. Ekim Devrimi bunu ortaya koymuştur.
Ekim Devrimi’ni durdurmak için burjuvazinin geliştirdiği saldırı, tüm dünya ölçeğinde bir karşı-devrim oldu. Bu karşı-devrim, kendini Avrupa’da Mussolini ve Hitler faşizmi olarak ortaya koydu. Dünya burjuvazisi, tümü, istisnasız tümü, Ekim Devrimi’ni boğmak için, Sovyetler’e Hitler eli ile saldırdı. Saldırı, 1945’te Kızıl Ordu’nun zaferi ile son buldu.
O günlerde, aynı zamanda dünyada yeni bir devrim dalgası yükselmeye başladı. Fransa, İtalya, Yunanistan devrimleri yenildi, ama Çin Devrimi, ardından Küba Devrimi zafere ulaştı.
Bugün Küba Devrimi, Sovyetler’in yenilgisine, 1990’da dağılmasına rağmen, ABD’nin tüm kural tanımaz saldırganlığına rağmen, ABD’nin karnının altında, harikalar yaratarak, devrim ve sosyalizm bayrağını yüksekte tutmayı başarıyor.

***
Ekim Devrimi, nasıl ki, dünya halkları ve dünya işçi sınıfı için bir zafer ve umut kaynağı oldu ise, 1989’da Ekim Devrimi’nin yenilmesi ve Sovyetler’in çöküşü, dünya halkları ve işçi sınıfı için bir yenilgi ve umutsuzluk kaynağı olmuştur.
Burjuva kalemşörler, hemen “tarihin sonu”nu ilan ettiler. Yerindedir ve anlamlıdır. “Tarihin sonu” bir sevinç çığlığı, inanmadıkları bir zafer anlamına geldiği kadar, aslında kapitalist sistemin bir geleceği olamayacağının da itirafıdır. İtiraftır, çünkü burjuva egemenlik, kapitalist-emperyalist egemenlik, gerçekten yaşamın sonu olarak da ele alınabilir.
Biz, Kaldıraç hareketi olarak, Ekim Devrimi’nin yenilgisi altında şekillendik. Hareketimizin oluşumunu etkileyen üç kuvvet olmuştur. Bunlardan biri, 12 Eylül karşı-devrimidir. İkincisi SSCB’nin çözülüşüdür. Ve her ikisinin tam ortasında, her ikisine ters yönde, üçüncü kuvvet Kürt Devrimi’nin yükselişidir. 12 Eylül yenilgisi, devrimci örgütün ne olduğu, ne olması gerektiği, TC devletinin ve egemen sınıfların nasıl şekillendiği sorularını önümüze koydu, bizi tarih ile yüzleşmeye itti. Kürt Devrimi’nin yükselişi, bu soruları daha cesurca ele alma olanağı yaratmıştır. Ekim Devrimi’nin yenilgisi ise, bizi bir kere daha bildiğimiz her şeyle hesaplaşmaya itti.
Ekim Devrimi’nin yenilgisi, geniş kitlelerde bir umutsuzluk yarattı. Ama devrimcilerin, dünyanın neresinde olursa olsun, bu yeni gerçekle yüzleşmeyip, pes etmelerini, kendilerini burjuva propagandaya kaptırmalarını kabul etmeyiz.
Tarihte sınıf mücadelesini biz icat etmedik. Biz komünistler, bu sınıf mücadelesinin zorunlu olarak burjuvazinin yok olması ile son bulacağını söyledik. Biz komünistler, sınıflı toplumların tarihinin itici gücünün, sınıf savaşımları olduğunu söyledik. Biz komünistler, işçi sınıfının, sınıfların varlığına son verebilecek tek devrimci sınıf olduğunu söyledik.
Biz devrimciler, bu mücadelenin uzun soluklu bir mücadele olduğunu hep bildik, hep kabul ettik. Bize göre cesaret, bu uzun yola çıkmaktadır.
Bugün, insanlık, SSCB’nin olmadığı bir dünyada, sömürünün daha da arttığını, insanlığın geleceğinin karartıldığını, aşağılanmanın daha da arttığını, özgürlük arayışlarına karşı baskı ve saldırıların daha da arttığını, ABD, Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde devlet terörünün ve baskının daha da arttığını görebiliyor.
İşçiler, SSCB olmadığı için daha azgınca ve daha fazla sömürülüyor. Sömürünün eski, kapitalizm öncesi metotları bile ortaya çıkmaya, geri gelmeye başlamıştır. Kölelik, daha güçlü bir biçimde yeniden organize ediliyor.
SSCB yok ve dünya, savaşlar içindedir. ABD, Afganistan ve Irak işgalleri ile eski sömürgeciliğin metotlarını raflardan indirmiş sahaya sürmüştür.
İçinde yer aldığımız Ortadoğu bölgesinde, emperyalist güçler, eşine az rastlanır saldırganlık örnekleri sergiliyorlar. IŞİD denilen çeteler, tümü ile bu emperyalist güçlerin imalatıdır ve onların dünyayı yeniden paylaşma savaşının, Üçüncü Dünya Savaşı’nın araçlarıdır.

***
Bugün, Ekim Devrimi’nin 100. yılında, dünya, devrime muhtaçtır.
Bugün, Ekim Devrimi’nin 100. yılında, kapitalist sistemin bitmekte olduğu, fazladan ve şekilsiz bir canavara dönüşerek ömür sürdüğü artık yalın bir gerçektir.
Bugün, Ekim Devrimi’nin 100. yılında, komünizm hâlâ günceldir ve artık daha da acildir.
Eksik olan örgütlenmedir.
Yazık ki, Ekim Devrimi’nin 100. yılında, dünya işçi sınıfı bir enternasyonalist birlikten yoksundur.
Yazık ki, Ekim Devrimi’nin 100. yılında, Avrupa ve dünyanın birçok başka yerinde işçi sınıfı kendi sendikalarına bile sahip çıkmaktan uzaktır.

Ülkemin güzel insanları,
Gezi’nin direnişçi evlatları,
Yoldaşlarım,
Biz, Ekim Devrimi’nin 100. yılında, Ekim Devrimi’nin açtığı yoldan, dünyanın her yerinde, özgürlük bayrağı, komünizm bayrağı dalgalanıncaya kadar, sınıflar ortadan kaldırılıncaya kadar, yani nihai zafere kadar dövüşenlerden olacağız.
Biliyorum ki, sizler “bu geminin zafere ulaşacağına” inanıyorsunuz.
Evet.
Ama zaferi garanti edecek şey, sadece inanç değildir. Örgütlenme ve irade de gereklidir.
Bize, gerçeği görebilme gücü gereklidir. Güç buradan gelir. Gerçeğe gözlerini kapayarak dünya değiştirilemez. Tüm yönleri ile gerçeği görebilmek bir güçtür.
Bize, yeni bir cesaret tanımı gereklidir. Gerçeği anlayabilmek, kabullenebilmek, onunla yüzleşebilmektir cesaret. Bunu yapmadan, mücadeleyi sürekli bir atılganlıkla yürütmek mümkün değildir. Biz, bir an için hevesleri kabarıp, bu insanlık tarihi kadar eski, özgürlük ve komünizm mücadelesini sonuna kadar sürdüremeyiz. Biz, daha derinden gelen, daha oturmuş bir enerji ile sürekli mücadeleyi sürdürebiliriz.
Ve elbette, “gerçeği” değiştirmek için buradayız. Dünyayı değiştirmek için buradayız. Gerçeği değiştirmek, irade işidir. İrade, yolun uzunluğuna dayanıklılık da demektir.
Ekim Devrimi’nin 100. yılında, bize; boşuna mücadele ediyorsunuz, diyenlere, ne güzel ki, Gezi Direnişi’nde bir yanıt verebilme şansımız oldu. Bugün, Ekim Devrimi’nin 100. yılında ayaklarımız daha sağlam yere basmaktadır.
Ekim Devrimi’nin 100. yılında, yeni bir diriliş, yeni bir devrim dalgası gelmektedir. Evet, henüz çok derinden, ama gelmektedir. Evet, henüz yeterince güçlü değil, ama 100 yıllık Ekim Devrimi deneyimi ile sarmaş dolaş.
Bu düşüncelerle, hepinizi tekrar selamlıyorum.
Selam olsun, insanlık tarihi boyunca direniş bayrağını yüksekte tutanlara!
Selam olsun, Ekim Devrimi’ni yaratanlara, yaşatanlara!
Bu Gemi Zafere Ulaşacak!

*Yazarımızın, Ekim Devrimi’nin 100. yılı etkinliklerimize yolladığı mesajı…

Perspektif

Savaş, kriz, işçi sınıfı ve direniş hattı

Haziranın ortasında, daha önceden sık sık vurgulandığı, herkesin biraz olsun beklediği gibi, İsrail İran’a saldırdı. Saldırı, ABD ve İngiltere başta olmak üzere, tüm Batı’nın,...