Betül Celep bir emekçi. Umut-Sen üyesi, İstanbul Üniversitesi Kadın Çalışmaları yüksek lisans öğrencisi, aktif bir kadın hakları savunucusu. Avon Direnişi sürecinde aktif faaliyet yürüten, işçilerin hak gasplarına karşı sesini yükselten sosyalist bir kadın.
Betül, 6 Ocak’ta, 679 sayılı KHK ile kendisine hiçbir gerekçe sunulmadan İstanbul Kalkınma Ajansı’ndaki işinden ihraç edildi. Kendisine ve ihraç edilen kadınlara yapılan bu dayatmayı kabul etmeyen Betül, 23 Ocak’ta Kadıköy Khalkedon Meydanı’nda direnişe başladı.
Betül Celep, Temmuz ayından bu yana, İstanbul Kalkınma Ajansı’nda yaşadığı süreci şu şekilde anlatıyor:
“Umut-Sen sendika temsilcimiz Aslı işten atıldı. Sebep sosyalist olmasıydı, Vali yardımcısı güçlü kadınları istemiyordu. Söylüyordu da bunu. Aslının gidişinin ertesinde oy birliği ile sendika temsilcisi seçildim. İşyerinde yaşanan yoğun korku atmosferine teslim olmadım, işçi hakkı, kadın hakkı demeye devam ettim. Ajans yönetimine KADEM Yönetim Kurulu üyesi Özgül Özkan Yavuz getirildi. Karşısına geçip sendika temsilcisi bir kadın olarak gelecek dönem taleplerimizden bahsettim. Doğum izinlerinin uzatılmasından bahsettim, kadınlara ayrımcılıktan, mobbingten bahsettim. 6 Ocak 2016 Cuma akşamı hangi arkadaşımı işten attılar acaba derken listede kendi adımla karşılaştım.”
Direnişinin ilk gününde, kaleme aldığı “Kanun Hükmünde Kadınname”’yi okuyarak taleplerini dile getiren Betül, sorularına cevap alana ve talepleri yerine getirilene kadar meydandan ayrılmamaya kararlı. Betül “suskunluğu değil ses çıkarmayı, direnmeyi seçtim” diyor.
Betül’e toplumun her kesiminden ve özellikle de kadınlardan destek çığ gibi büyüyor. Kendisine desteğe gelen ve onunla birlikte direnen kadınlar direnişin kendilerine de güç verdiğini söylüyorlar. Halaylar, sloganlar eşliğinde her gün saat 12.00 ile 18.00 arasında meydanda olan Betül, direnişe başta KHK ile ihraç edilen kadınlar olmak üzere tüm kadınları davet ediyor.
Kaynak: Direnişteyiz.org, 23 Ocak 2017
İşinden ihraç edilen Betül Celep, Kadıköy Khalkedon Meydanı’nda direnişte
Senkromeç işçilerinin direnişi sürüyor
10 aydır işçilerin düzenli olarak maaş alamadığı fabrikada, ilk olarak 12 Ocak’ta, 33 işçi ekonomik sorunlar ileri sürülerek işten çıkarılmıştı. Bunun üzerine, içerideki işçiler, hem atılan işçilerin geri alınması hem de maaşların ödenmesi talebiyle iş durdurmuştu. İş durdurmaya karşılık olarak ise işveren 80’e yakın işçiyi daha tazminatsız bir şekilde işten çıkardı.
23 Ocak’ta fabrika önünde başlayan direniş, yağmurlu ve soğuk hava koşullarına rağmen sürüyor. İşçiler; atılan tüm işçilerin geri alınmasını, eksik maaşlarının yatırılmasını ve sendika ile yeni TİS sürecinin başlatılmasını talep ediyor.
Tüm olumsuz koşullara rağmen direnişlerini sürdüren işçiler, 10 aydır maaş alamadıklarını, artık kaybedecekleri bir şeylerinin kalmadığını belirterek talepleri kabul edilinceye kadar direnişlerini sürdürmeye kararlı.
Mücadelelerinin tüm işçileri ilgilendirdiğini belirten Senkromeç işçileri, emek güçlerini dayanışmaya davet ediyor.
Kaynak: Evrensel, İşçi Gazetesi, 26 Ocak 2017
“Bu anayasa, Aleviler için 1000 küsur yıllık bir inkârcılığın ve intikamın tekrar güncellenmesidir”
Adına son olarak, “partili cumhurbaşkanlığı sistemi” denen yönetim şekliyle hedeflenen nedir?
Partili cumhurbaşkanlığı sistemi ile amaçlanan, tamamen ‘tekçi’ anlayışa sahip, geçmişte yaptıkları yolsuzlukları, haksızlıkları, katliamları yok saymak ve kendi bekalarını korumaktır. Halk için bir anayasa değil, tamamen kendi çıkarları adına, kaos için hedeflenmektedir.
Bu anayasa, Aleviler için 1000 küsur yıllık bir inkârcılığın ve intikamın tekrar güncellenmesidir. Biz Aleviler, bu anayasayı asla kabul etmiyoruz ve hayır diyoruz. Bu değişiklik bize eşitlik ve özgürlük getirmeyecektir. Yeni tehdit ve baskılarla bin küsur yıllık inkâr ve asimilasyonu devam ettirecektir. Bu anayasa, sadece biz Aleviler için değil, tüm ezilmiş toplumlar için ateşten bir gömlektir. Dolayısıyla toplumun düşüncelerine, duygularına ve yaşamsal alanlarına pranga vurulması demektir.
Aleviler olarak geçmişte de biz bu acıları yaşadık. Onun içindir ki, ne zaman toplumda bir zalimlik yapılsa, biz her zaman Aleviler olarak mazlumun yanında yer aldık. Onun içindir ki, biz aleviler diyoruz ki; dilimiz barıştır. Yanımız mazlumdur. Karşıtımız zalimdir. Kabemiz insanlıktır, kardeşliktir. Dolayısıyla bizler, barışın savaşçısı olmaya devam edeceğiz.
Dün bunların bedellerini Kerbela’da ödedik. Bunu niçin söylüyorum; Hz. Hüseyin Küfe’ye gideceğinde Yezid’in kendisini engelleyeceğini biliyordu. Ancak Küfe halkının da kendisinin yanında yer alacağına inanmıştı. Küfe halkı, Emevi saltanatından korkup Hz. Hüseyin ve yarenlerine sahip çıkmadılar. Hz. Hüseyin ve yarenleri Yezid tarafından katledildi, ama bunun vebalini Küfe halkı boynunda taşıdı.
Eğer bizler, toplumun ezilmiş halkları birlikteliği, bütünlüğü sağlayamazsak dün bu katliamları yapan Emevi zihniyetinin varislerine ve fikirdaşlarına, yani bugün bu ülkeyi, devleti yönetenlere izin vermiş olacağız. Onun için dünü örnek almalıyız. Almazsak bu yapılan katliamlar günümüzde de devam edecektir.
Toplumsal mücadele güçlerinin bu sürece dair tutumu ne olmalıdır. Ortak mücadele hattı nasıl örülür?
Geçmişte askeri vesayet adı altında yapılan anayasal sözleşmeler, toplumda var olan kimlikleri yok saydılar. Oysa, kadimden bugüne kadar, gelenekleri ve ritüelleri olan, sosyal alanda, yaşamsal alanda mücadele veren kimlikler toplumsal, anayasal sözleşmelerde tanınmalı ve yer almalıdır. Yeni anasaya ile Alevilik (meşru kimlik) yok sayılmaktadır. Sarayın ‘tekçi’ anlayışı, kendi başına bir başkanlık edasıyla uygulamaya çalıştığı anayasa çalışmaları 82 Anayasasını aratır durumdadır. Anayasada Aleviliğin ‘A’sı yok, Aleviliği kesin bir şekilde yok sayıyor.
Geçmişte bu egemen güçler, bizlerin arasına kin, nefret tohumları ekerek, timsah gözyaşları ile bugüne geldiler. Bu tekçi anlayışa karşı Alevilerin bir araya gelmesi gerekiyor. Ya bir araya gelip bir bütünlüğü sağlayacağız ya da bizleri yok etmek isteyen zihniyet yok etme politikalarını daha da büyütecektir. Biz Alevilerin talepleri olan eşit yurttaşlık ve laiklik etrafında olan sivil toplum örgütleri ile fikirdaşlarla, sol, sosyalist güçler ve tüm halklarla bir çatı altında bir araya gelerek, âmâsız, fakatsız hayır demeliyiz ve bir mücadele hattı oluşturmalıyız.
Referandum çıkacak olası iki farklı sonuca göre, toplumsal mücadele güçleri ne yapmalı? Nasıl konum almalıdır?
Siyasi partiler özüne dönmelidir. Sen, ben dışına çıkılmalıdır. Kendi seçmeni dışına ulaşmak hedeflenmelidir. Bilinçlendirici bir çalışma yürütülmelidir. Referandumun her iki olası sonucuna karşı mücadele asla bırakılmamalıdır. Daha çok çalışmalı, yeni model ve argümanlar üretilmelidir.
Biz Aleviler, geleceğimiz ve özgürlüğümüz için bir ortaklık öneriyoruz. Ortaklığın ortak paydası; laik, demokratik türkiye ve eşit yurttaşlık olmalıdır.
“Ülkenin geleceği için ortaklaşmaktan başka bir yolumuz yok”
Adına son olarak, “partili cumhurbaşkanlığı sistemi” denen yönetim şekliyle hedeflenen nedir?
Parti devletidir. Kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı, parlamenter sistemin devre dışı bırakıldığı, halkın iradesinin parlamentoya yansımadığı, her alanda cumhurbaşkanının hâkim olduğu bir sistem. Yargı, yasama ve yürütmenin tek elde toplandığı bir sistem kısaca.
Toplumsal mücadele güçlerinin bu sürece dair tutumu ne olmalıdır? Ortak bir mücadele hattı nasıl örülür?
Toplumsal güçler, sosyal medyayı kullanmanın yanı sıra sokak sokak, hane hane bu mücadeleyi tüm alanlara yaymalıdır. Ayrıca ortaklaşarak büyük, kitlesel mitingler organize etmelidir. Tüm fazlalıklarımızı, siyasi ikballerimizi bir kenara bırakarak, ülkenin geleceği için ortaklaşmaktan başka bir yolumuz yoktur. Bu süreçte laiklik, insan hakları, evrensel değerler ve cumhuriyeti ön plana çıkararak mücadele hattını bu çerçevede örmek gerekmektedir.
Referandumdan çıkacak olası iki farklı sonuca göre, toplumsal mücadele güçleri ne yapmalı, nasıl konum almalı?
Referandumdan Hayır çıkması halinde, demokrasi güçleri ve sahada mücadele eden tüm güçler, yeni, katılımcı, demokratik, laik cumhuriyeti oluşturmak için tüm toplumsal kesimlerle ortaklaşarak yeni bir anayasa çalışması ortaya koymalı ve bu konuda çaba sarf etmelidir.
Evet çıkması halinde tüm ülke sathında yeni mücadele alanları açarak, sokak eylemleri örgütleyerek, getirilmek istenen sistemin değiştirilmesi için ortaklaşarak mücadele edilmelidir.
“Karanlığa geçit vermemek için gereken tüm çabayı sarf edeceğiz”
Adına son olarak, “partili cumhurbaşkanlığı sistemi” denen yönetim şekliyle hedeflenen nedir?
1982 Anayasası yapılırken yüzde 92 oranında oy almasına karşın meşruiyet kazanamamıştır. Üstelik temel hak ve özgürlükler halka oylatılarak yok edilmiş, çoğunluk oyu, yani “milli irade” yönünden hiçbir sorunu olmamasına karşın meşruiyeti hep tartışılmıştır. Tarih göstermiştir ki, “çoğunluk oyu” demokrasilerde tek referans olamaz, olduğunda da onun adı ve içeriği artık demokrasi değildir.
Bu Anayasa değişikliği; Saray iktidarının totaliter bir tarzda kalıcı kılınmasına hizmet edecektir.
12 Eylül Anayasası, kuvvetler ayrılığı ilkesini yürütme lehine bükmüş iken, siyasal iktidara bu güçlü yürütme yetkisi dahi az gelmiş olmalı ki, tüm erkleri tek kişide toplamak istemektedir. Görünen odur ki, cumhuriyet ile hesaplaşılması, demokrasi ve laikliğin tasfiye edilmesi, yoğun dinselleştirme, kısaca toplumun yeniden biçimlendirilmesine hizmet eden düzenlemeler eşliğindeki Anayasa değişikliği ile siyasal rejim değişimi/dönüşümünü tamamlayacak yeni bir dönemece girilmiştir.
Anayasa değişikliği, kamuoyunda bilindiği üzere Cumhurbaşkanına olağanüstü yetkiler öngörmektedir. Ülkemizde yaklaşık 140 yıllık geçmişi bulunan parlamenter sistemin olmazsa olmazı olan kuvvetler ayrılığı ilkesinin yerle bir edileceği, yasama, yürütme ve yargı mekanizmalarının tek kişide toplandığı otoriter, totaliter bir rejime, açık faşizme geçiş söz konusudur.
Halkın temel hak ve özgürlüklerini güvenceye almayan, sosyal hukuk devleti normlarından, hukukun üstünlüğünden ve kuvvetler ayrılığından yoksun, toplumsal, politik örgütlenmelerin hazırlanmasında öncü bir rol üstlenmediği, demokratik koşullarda özgürce tartışılmayan hiçbir anayasa değişikliği girişimi Türkiye’de demokrasinin de, “istikrarın” da önünü açamaz. Bu değişikliğin gerçekleşmesi durumunda demokrasinin biçimsel unsurları da yok edilecek, toplum daha büyük yarılmalar yaşayacaktır.
Toplumsal mücadele güçlerinin bu sürece dair tutumu ne olmalıdır? Ortak bir mücadele hattı nasıl örülür?
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, ardı ardına yaşadığımız katliamlarda genç, yaşlı, çocuk, kadın, sivil, asker, polis binlerce insanımız can verirken, binlerce insanımız yaralanırken; basın yayın organları üzerinde tekel oluşturulmuşken, muhalif kesimler baskı ve şiddetle sindirilmeye çalışılırken, toplumsal kutuplaşmayı artıracak olan Anayasa değişikliği teklifine “HAYIR” demektedir, “HAYIR” diyecektir.
26–29 Mayıs 2016 tarihlerinde yapılan 44. TMMOB Olağan Genel Kurulu Sonuç Bildirisinde belirtildiği üzere, “Mesleki ve toplumsal sorumluluklarını bir bütün olarak gören TMMOB, önümüzdeki çalışma döneminde de, ülkemizi, halkımızı, Birliğimizi, neoliberal ve siyasal İslamcı bir tarzda, kökten bir şekilde dönüştürmeyi amaçlayan “yeni anayasa” ve “başkanlık sistemi”nin karşısında olacak; cumhuriyeti, demokrasiyi, laikliği, barışı, emeği, eşitliği, özgürlüğü, adaleti bir bütün olarak kazanmak için mücadele edecektir.”
Referandumdan çıkacak olası iki farklı sonuca göre, toplumsal mücadele güçleri ne yapmalı, nasıl konum almalı?
Emek, demokrasi ve özgürlük mücadelemiz için ev ev, kapı kapı dolaşacağız. Demokrasi güçleriyle eşzamanlı olarak örgütleyeceğiz bu süreci. TMMOB üzerine düşen sorumluluğu yerine getirecek. Sol, emekten yana hayır güçleriyle eşgüdümlü yürüteceğimiz çalışmalarla karanlığa geçit vermemek için gereken tüm çabayı göstereceğiz. Böyle bir çalışmayı da sol ve demokrasi güçlerinin koordinasyonu içerisinde sürdüreceğiz, dün olduğu gibi bugün de daha çok büyüterek sürdüreceğiz.
“Fiilî ve meşru mücadele hakkımızı kullanarak bu abluka dağıtılabilir”
Adına son olarak, “partili cumhurbaşkanlığı sistemi” denen yönetim şekliyle hedeflenen nedir?
Mümkün olan en geniş tartışma, istişare, uzlaşı ve mutabakata dayanmayan, ülkenin süreğen sorunlarına çözüm üretmeyen ve demokratik değişim taleplerine cevap vermeyen anayasalar bir toplumsal sözleşme karakteri taşımaz. Genel kabul gören bu anlayış yerine, AKP-MHP yönetimlerinin dayatması ile fiilen uygulanan başkanlık, “Cumhurbaşkanlığı sistemi” adı altında anayasal yeni bir rejim haline getirilmek istenmektedir.
Siyasal ve toplumsal muhalefetin, ifade, basın ve toplanma özgürlüklerinin OHAL rejimi altında ağır baskı altına alındığı, can ve mal güvenliğinin kalmadığı, milletvekillerinin ve belediye başkanlarının hapsedildiği, içeride ve dışarıda savaşın sürdürüldüğü, cezaevlerinin dolup taştığı, ülkenin tamamının bir yarı-açık cezaevine çevrildiği, sendikal hak ve özgürlüklerin, çalışma hakkının OHAL KHK’larıyla ortadan kaldırıldığı, üniversitelerin, üniversite olmaktan çıkarıldığı, akademisyenlere cadı avı uygulandığı, şiddetin, tacizin, tecavüzün alabildiğine meşrulaştırıldığı, bir dönemde:
Neresinden bakılırsa bakılsın, Türkiye’de anayasa yapım koşulları ve ortamı yoktur.
Bu, halkın önüne getirilen anayasa değişikliği teklifini, baştan gayri meşru kılmaktadır.
Toplumsal mücadele güçlerinin bu sürece dair tutumu ne olmalıdır? Ortak bir mücadele hattı nasıl örülür?
Emek ve demokrasi güçleri, siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri, sendikalar olarak, yasaklara, çatışma çıkaran, kaostan beslenen, batağa saplanan ve dikta Anayasasını dayatan, “kendine demokrat” AKP iktidarının yasaklarına, faşizan tutumuna karşı fiili ve meşru mücadele hakkımızı sonuna kadar kullanarak bu abluka dağıtılabilir.
Referandumdan çıkacak olası iki farklı sonuca göre, toplumsal mücadele güçleri ne yapmalı, nasıl konum almalı?
Emekçilerin yüzyıllardır süren mücadelesi sonucu ortaya çıkan temel hak ve özgürlükleri AKP’nin sivil darbesine, OHAL’ine, Başkanlık hevesine terk etmeyeceğiz.
Emek, demokrasi ve özgürlük mücadelemizi, dün olduğu gibi bugün de daha çok büyüterek sürdüreceğiz.
Zulme boyun eğmeyeceğiz, diz çökmeyeceğiz, susmayacağız! DİRENECEĞİZ!
“Sorunları büyüten değişikliğe işçiler ve DİSK hayır diyecektir”
İktidarın yürüttüğü başkanlık sistemi tartışmalarının ardından son olarak adına “partili cumhurbaşkanlığı” denilen anayasa değişiklik önerisiyle hedeflenen nedir?
Baktığımızda bu getirilmek istenen önerilerle, eğer yasa meclisten geçerse yargı başkana bağlanacak, yasama doğrudan başkana bağlanacak, yürütme doğrudan başkana bağlanacak. Üniversitelerde rektörler başkan tarafından seçimsiz atanacak. Dolayısıyla, hedeflenen nedir, dediğimizde:
Tek bir KHK ile grevler yasaklanabilecek, mecliste tartışılmadan kıdem tazminatı gibi tüm işçi hakları ortadan kaldırılabilecek.
Tek bir kişi, istediği zaman OHAL ilan edip her türlü hak alma mücadelemizi, örneğin grevlerimizi, yürüyüşlerimizi, hatta salon toplantılarımızı bile yasaklayabilecek, beğenmediği sendikaları, demokratik kitle örgütlerini, meslek odalarını KHK’larla kapatabilecek.
Tüm bu yetkilere sahip birinin yargılanması neredeyse imkansız. Yargılansa bile, kendi seçtiği hakimler onu yargılayacak. Bırakın yargılamayı bu kişiye mecliste bir soru bile sorulamayacak.
Örneğin seçilen kişi “kandırılsa” bile, bu konuda onu uyaran hiçbir mekanizma kalmayacak. Bütçeyi bile meclisi devre dışı bırakarak çıkarabilecek.
1933 yılında Ulusal Alman Parlamentosu’nda tüm yetkiler Hitler’e verilmiş ve başta Polonya olmak üzere o tarihlerde 1 milyona yakın insan katledilmişti. Bu durum, gözyaşı, kan ve ölümle sonuçlandı. Bu bir diktatörlüktü. Tarihe baktığımızda, o dönem Hitler’e verilen yetkiler, referandumdan evet çıkarsa başkan adayına verilmiş olacak.
Başkanlık sistemi geçerse, açık söylüyorum, Türkiye bir diktatör tarafından yönetilecek. Kısaca, TC devleti tek adam diktatörlüğüne teslim edilecek. Cumhurbaşkanı, meclisin yerine kanun yapıcı haline gelecek. Devlet, meclis yasaları yerine kararnamelerle yönetilecek. Bakanlar, başkana hizmet eden birer memura dönecek, meclis etkisizleştirilecek. Tek sorumlu başkan olacak. Yargı üyelerini başkan belirleyecek. Yasama, yürütme ve yargı erkleri başkanın elinde toplanacak.
Bizim parlamentomuzda da, cumhuriyetin kuruluş yıllarında meclisin yetki devri gündeme geldiğinde Atatürk’ün yanıtı şöyle olmuş: ‘Halk bu ülkeyi yönetmek üzere bu yetkileri size verdi’ diyerek reddetmiş. Aradan yüzyıla yakın bir süre geçmişken, bu yetkiler ülkeyi diktatörlüğe götürür.
DİSK bu değişiklik önerisiyle ilgili fabrika ve işyerlerinde nasıl bir çalışma yürütecek?
Bu konuda ilk olarak önerilen değişikliği işçilere anlatacağız. Anketlere göre yurttaşların dörtte üçü “değişikliğin içeriğini biliyor musunuz?” sorusuna “hayır” yanıtı veriyor. Çünkü böylesine önemli bir değişiklik ile ilgili TBMM’deki tartışmaları hiçbir TV canlı yayınlamamış, günlerce süren tartışmalara büyük karartma uygulanmıştır.
DİSK bu konuda işçileri bilgilendirmekle ve içeriğini bilmeden imza atmamanın, yani evet demenin yanlışlığını anlatmakla görevlidir. Nasıl ki işyerinde işçi okumadığı sözleşmeye imza atmaz, evet demez ise, bilgi sahibi olmadığı toplumsal sözleşmeye de evet dememelidir.
Burada işçiler için mesele hangi lider, hangi parti değil, memleket meselesidir. İşçilere hatırlatılması gereken şudur: Referandumda bize hangi siyasi lideri sevdiğimiz sorulmayacaktır. Hangi siyasi görüşü benimserse benimsesin, işçilerin yapması gereken; işçi sınıfının çıkarı ve ülkenin geleceğini düşünerek ve anayasa değişiklik önerisinin içeriğini bilerek referandum sandığına gitmesidir.
İşçilerin işi, ekmeği ve geleceği için bu yasalara hayır demesinin gerekçelerini anlatacağız. Salon toplantılarında bunları işçilere rahat rahat anlatabiliriz ama alanlarda, mitinglerde bunları işçilere anlatmak, biraz zor olur.
İşçi sınıfının devletten, sermayeden ve siyasi partilerden bağımsız biricik sendikal örgütü DİSK’in öncelikli tarihsel görevi üyelerini ve işçi sınıfını Hayır demeye çağırmaktır.
Bu Anayasa ne işsizliği, ne yoksulluğu, ne iş cinayetlerini, ne taşeron köleliğini çözmekte, ne de halka huzur ve can güvenliği vaad etmektedir. Aksine, anayasa dayatması ekonomik krizi de, toplumsal gerilimleri de, istikrarsızlığı da artırmaktadır. Yeni anayasa değişikliği dayatması bu haliyle çözüm değil, sorunun kendisidir. Halkın ve işçilerin sorunlarına çözüm getirmeyen, aksine bu sorunları daha da büyüten değişikliğe işçiler ve DİSK hayır diyecektir.
Toplumsal mücadele güçlerinin bu sürece dair tutumu ne olmalı?
Bu tarihi bir sorumluluk, bu tarihi sorumluluğu ortak paylaşarak mevcut iktidara karşı toplumsal muhalefetin içinde demokrasi güçleriyle, demokratik kitle örgütleri, meslek örgütleri, siyasi partilerle, sendiklarla ortak, birlikte, omuz omuza bu mücadeleyi en uç noktalara taşıyarak tarihi görevi yerine getirmeliyiz.
Ortak mücadele hattı nasıl örülmeli?
Zaman zaman tabi Emek Demokrasi için Güç Birliği Platformunda bir araya geliyoruz, ama bizim konfederasyon olarak kendi çalışmalarımız olacak. Tabi, zaman zaman birlikte de çalışmalarımız olacak. Ülkenin önümüzdeki dönemde faşist bir diktatörlüğe gitmesini istemiyorsak, örgütlü gücümüzün yettiği oranda taşın altına hepimizin elini koyması gerekir inancındayım.
Referandumdan çıkacak olası iki farklı sonuca göre; toplumsal mücadele güçleri nasıl konum almalı?
Tabi, ondan önce çıkmaması için çalışma yapmamız lazım. Bugün adı belli olmayan bir sıkıyönetim var. OHAL ve KHK’larla memleket yönetiliyor. Görebildiğim kadarıyla evet çıkarsa, hem OHAL hem de KHK’larla memleketi yönetme yetkisi olacak. Bugüne baktığımızda, işyerindeki işçi arkadaşlarımız TİS’lerde anlaşamadığı zaman işçiler grev yapar ama baktığımızda KHK ve bakanlar kurulu kararıyla grevler iptal ediliyor, yürüyüşler yasaklanıyor. Yani Türkiye’deki demokrasi güçleri, malesef baskıdan dolayı demokratik tepkilerini alanlarda ortaya koyamıyor. İşçilere grev yaptırılmıyor.
Bu ancak totaliter sistemlerde olur. Bu eğer şu an böyleyse, yarın sandıktan evet çıkıp başkanlık geçerse, bu anti-demokratik baskılar iki katına çıkar. Ama DİSK olarak kurulduğumuz tarihteki ilkelerimiz doğrultusunda; bu ülkenin bağımsız, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olması yolunda biz mücadelemizi devam ettireceğiz. Demokrasi, insan hakları, barış, kardeşlik, sendikal hak ve özgürlükler mücadelemizden geri adım atmadan yolumuza ve mücadelemize devam edeceğiz.
“Toplumun tüm kesimlerine ulaşmalıyız”
Adına son olarak, “partili cumhurbaşkanlığı sistemi” denen yönetim şekliyle hedeflenen nedir?
Dünyada başka örneği olmayan “Türk Tipi” denilen Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi güçler ayrımını yok eden, denge kontrol sisteminin olmadığı otokratik ve teokratik yönetim anlayışını hedeflenmektedir.
Toplumsal mücadele güçlerinin bu sürece dair tutumu ne olmalıdır? Ortak bir mücadele hattı nasıl örülür?
Emek ve demokrasi güçleri görüş ayrılıklarını bir kenara bırakarak, birlikte “Hayır” demeli, demokrasi ve barışı savunmalı, toplumun tüm kesimlerine ulaşmayı hedeflemelidir.
Referandumdan çıkacak olası iki farklı sonuca göre, toplumsal mücadele güçleri ne yapmalı, nasıl konum almalı?
Sonuç ne olursa olsun, birlikte Demokrasi ve Barış isteme konusunda ısrarlı olunmalıdır. Herkes kendi özelinde, bulunduğu yerden evrensel değerleri savunmalıdır.