Ana Sayfa Blog Sayfa 60

Mahir, İbo, Deniz; sürüyor, sürecek mücadelemiz!

1 Mayıs işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günüdür. 1 Mayıs kavga günüdür.

Devrimci önderlerimiz işçi sınıfının kurtuluşu mücadelesinde kahramanlaşmış değerlerimizdir. Dün Maltepe’de devlet bir kez daha işçi sınıfının önderlerini işçi sınıfından ayırmaya çalışmıştır. “Mahir, İbo, Deniz” pankartımız sabah saatlerinden itibaren engellenmeye çalışılmış, yürüyüş sırasında açılan devrimci önderlerimizin pankartı alınmamak istenmiştir. Kortejimiz arama noktasında önderlerimizin pankartlarıyla alana girmeye çalışırken polis saldırmış, 5 ortağımız gözaltına alınmıştır.

Ayrıca sabah saatlerinde henüz 1 Mayıs alanına kitleler gelmemişken devlet Partizan flamaları için de Partizan kortejine saldırarak gözaltına almış, saldırı boyunca “Devrimci 1 Mayıs Korteji” polisi çembere alarak “Yaşasın devrimci dayanışma” sloganıyla gözaltıları engellemeye çalışmıştır.

1 Mayıs’ta devrimcilere, onların pankartlarına uygulanmaya çalışılan sansür, devrimcilerin değerlerinin yasaklı ilân edilmesi, bizim açımızdan hükümsüzdür.

Bizler bu yasakları tanımayacağız.

İradeyi, örgütlenmeyi, mücadeleyi ve devrimci dayanışmayı yükselterek bu kuşatmayı yaracağız!

Yolumuz devrim yolunda düşenlerin yoludur!

Her gün 1 Mayıs, her gün kavga!

2 Mayıs 2023

Tarihsel ve sınıfsal özüne uygun 1 Mayıs için: Yaşasın 1 Mayıs, Bıji yek Gulan! Yaşasın Sosyalizm! / Devrimci 1 Mayıs Korteji

  • 1 Mayıs işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen, sömürülen tüm toplumsal kesimlerin kapitalizme karşı mücadele günüdür. 2. Enternasyonal’in kararıyla 1889 yılında, tüm dünyada birlik, mücadele, dayanışma günü olarak ilan edilmiştir. 1 Mayıs’ı önceleyen tarihlerde ve ilânından sonra gerçekleşen fiilî, meşru mücadeleler, ödenen bedeller bugünü işçi sınıfının mücadele tarihine bir daha silinmeyecek biçimde kazımıştır.

1 Mayıs kapitalizme, baskı ve sömürüye karşı dünya tarihinde bedeller ödenerek kazanılmış bir gün olduğu gibi ülkemizde de ağır bedeller ödediğimiz bir gün olmuştur. ‘77, ‘89, ‘96 1 Mayısları Türkiye’de simgeselleşen, devrimci-ilerici işçilerin, siyasal güçlerin bedeller ödeyerek bugüne ayrı ve özel anlam kattığı tarihlerdir. Tüm bunların Taksim Meydanı ile özdeşleşmesi bu meydanı 1 Mayıs Meydanı olarak belleklere kazımıştır.

Tarihsel ve sınıfsal gerçeklikler 1 Mayıs’ın sıradan bir kutlama günü, özü sendikal bürokrasinin kontrolünde gölgelenen, içeriği boşaltılan bir gün olarak ele alınmasını reddetmeyi gerektirir. 1 Mayıs işçi sınıfının, sosyalizm mücadelesinin kavga günüdür ve kızıldır.

  • Sendikal bürokrasi ve siyasal uzantıları uzun yıllardır 1 Mayıs’ı, özünü gölgeleyen, içeriğini boşaltan bir güne dönüştürmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. İşçi sınıfının verili bilincinin, örgütlülüğünün zayıflığı, sınıf perspektifinin yeterince olmaması sendikal bürokrasinin ve siyasal uzantılarının bu tutumlarını her geçen gün daha fazla dayatmasına yol açmaktadır. Gelinen aşamada devrimci-ilerici güçlerin, işçilerin, emekçilerin bu duruma daha belirgin müdahale etmesi için daha fazla sorumluluk almaları gerektiği açıktır. Bizler bu bilinçle bir araya gelen kurumlar olarak Taksim Meydanı’nı ve 1 Mayıs’ı kazanmak için elimizden geleni yapacağız. Tüm işçileri, emekçileri, devrimci güçleri de bu çabayı birleşik ve kitlesel biçimde ortaya koymaya davet ediyoruz.
  • 2023 1 Mayıs’ı İstanbul’da, Taksim’de ve kitlesel olarak Maltepe’de gerçekleştirilecektir. Maltepe’de gerçekleştirilecek 1 Mayıs programı geçmiş yıllarda olduğu gibi sendikal bürokrasinin (DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TDB) 1 Mayıs’ın tarafı olan diğer güçlere kendi program ve içeriğini dayatan biçimde planlanmıştır. Bu dayatmalara sınırlı sayıda devrimci-ilerici güç dışında karşı koyan siyasal odak olmamıştır. Bu durum gelinen aşamada bürokratik dayatmalara, 1 Mayıs’ın içeriğini boşaltan, sendika bürokratlarının gövde gösterisine dönüştüren tutumlarına karşı daha güçlü ve birleşik iradeyi ortaya koymayı gerektirir. Bu bilinçle 1 Mayıs’ın tarafı olan tüm güçleri ortak kaygılar ekseninde tutum almaya davet ediyoruz.
  • 2023 1 Mayıs’ının ön günlerinde sendikal bürokrasi ve bürokrasiye açık, örtülü destek veren kurumlar tarafından başta direnen işçiler olmak üzere mücadeleci toplumsal kesimlerin kürsüde yer alması reddedilmiştir. Program kürsüde DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TDB temsilcilerinin boy göstereceği biçimde kurgulanmıştır. Bu da geçmiş yıllarda olduğu gibi, 1 Mayıs’ın mücadele kararlılığı, ruhu ve coşkusundan uzak bir tablonun tekrarlanacağı anlamına gelmektedir. 1 Mayıs’ın tarafı olan ve esas katılımı oluşturan diğer güçlerin önüne sus payı mahiyetinde göstermelik, esasta anlamı olmayan ortak metin koyulmaktadır. Ayrıca DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TDB’nin 1 Mayıs toplantı çağrısı ve çalışmaları geç bir tarihte başlamıştır.

Tertip komitesi ve katılımcılar ayrımını yapan anlayışın görüntüde durumu kurtarmaya çalışan çabaları gerçek rol ve misyonlarının üzerini örtemez. Asıl olan kürsüde konfederasyon ve oda başkanlarının değil direnen, mücadele içinde önde yer alan işçilerin ve gençler, kadınlar, depremzedeler, yaşamı-doğayı savunanlar gibi toplumsal kesimlerin olması ve 1 Mayıs’ın tarafı olan tüm güçlerin ortak iradesinin yansıması olmalıdır.  Bunu reddeden her anlayış 1 Mayıs’ın özünü bir kenara iten tutumların doğrudan ya da dolaylı ortağıdır. Bu konudaki ısrar ve çabamız son ana kadar sürecektir. Devrimci-ilerici güçler, öncü işçiler bulundukları her yerde ve 1 Mayıs alanında bu çaba ve tutumu örgütlemek için sorumluluk almalıdır.

  • 1 Mayıs programı uzun yıllardır tüm kortejler alana girmeden başlatılmaktadır. Geçen sene olduğu gibi kortejlerin önemli bir kısmı alana girdiğinde program bitmektedir. Bu tutumun sahipleri her yıl göstermelik özeleştiri vererek aynı tutum ve davranışları sergilemektedir. Bu yıl alana girişler tamamlanmadan programın başlaması halinde gerekli meşru müdahalemizi yapacağımızı ilân ediyoruz. Birleşik, kitlesel, devrimci 1 Mayıs gerçekleştirme iddiası taşıyan tüm kurumları, öncü işçileri bu konuda da gereğini yapmaya davet ediyoruz.

Son olarak, tarihsel ve sınıfsal özüne uygun 1 Mayıs için,

Kavga günümüzü açık ya da örtülü düzen partilerinin seçim arenasına dönüştürme çabalarına karşı,

Sınıf kavgasını büyütmek ve en geniş işçi ve emekçi yığınlara sınıf kavgası ve mücadelesini taşımak için herkesi Devrimci 1 Mayıs Korteji’ne davet ediyoruz.

Yaşasın 1 Mayıs Yaşasın Sosyalizm!

1 Mayıs Kızıldır Kızıl Kalacak!

Devrimci 1 Mayıs Korteji

(Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu-BDSP, Birleşik İşçi Kurultayı-BİK, Dostluk ve Kültür Derneği-DKDER, Devrimci Tekstil İşçileri Sendikası-DEV TEKSTİL, Kaldıraç Hareketi, KÖZ, ODAK, Söz ve Eylem, Partizan, Tüm Otomotiv ve Metal işçileri sendikası-TOMİS, Yeni Dünya İçin Çağrı)

“Ya sosyalizm ya barbarlık” süreçlerindeyiz; sosyalizm kazanacak! / Deniz Tepeli

Değerli dostlar, merhaba.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyor, iyi olmanızı diliyoruz.

31 Mart’ta gönderdiğiniz Kaldıraç’ın Şubat ve Mart sayıları ile mektubunuz, geçtiğimiz günlerde de Nisan sayısı elimize ulaştı. İlginiz ve emekleriniz için çok teşekkürler.

Abonelik formu için de teşekkürler. Burada “hatalı IBAN no’su” gibi bir sorun yaşamadık. Formu başka arkadaşlarla da paylaştık.

Deprem sırası ve sonrasında ezenlerin halkımıza yaptıkları ve yapmadıkları hepimizi çok üzdü ve öfkelendirdi. Depremin değil kapitalizmin, şovenizmin, mezhepçiliğin, cinsiyetçiliğin öldürdüğü bir gerçekliktir söz konusu olan. Çok acı duyduk, hâlâ da halkımız en kötü, insanlık dışı koşullarda ve baskı altında. Depreme dair örülen dayanışma, devrimci birleşik güçlerin çalışmaları, gelişmeleri, bu kadar ayrıntılı olarak da Kaldıraç’tan okuyabildik. Çok teşekkürler.

“Ya sosyalizm ya barbarlık” süreçlerindeyiz; sosyalizm kazanacak! Hepimize çok daha güçlü, örgütlü, birleşik, inatçı olarak mücadele etmek düşüyor. Bunca ölümün içinden yeni bir hayat, yeni bir dünya yaratacağız; yaratmak zorundayız. Yaraları sarmanın, psikolojik olarak iyi olmanın, acıların tek çözümü, ilacı da sadece ve sadece mücadele, örgütlü mücadeledir. Bu yüzden devrimcilerin yaptığı tüm çalışmalar engellenmeye çalışılıyor. Ama umudu ısrarla halkımıza taşıyan, birlikte mücadele etmenin araçlarını hızlıca yaratan tüm dostlarımız, yoldaşlarımız bizim için de büyük umut ve moral…. Bizler burada sınırlı olarak da olsa, depremden etkilenen halkımızın yanında olduğumuzu ifade etmek, acılarını paylaşmak ve umudu çoğaltmak için el ürünleri, kitap vb. yaptık, gönderdik. Ben, Resmiye ve Bahar arkadaş da çocuklar için bez bebekler yapmıştık, çocukların yüzünde bir gülümseyiş oluşturmayı umarak. Onların bir fotoğrafını da sizinle paylaşıyoruz.

Değerli arkadaşlar, bu süreçte zaten sistematik olarak süren hapishanelerdeki baskılar, keyfiyetler katlanarak arttı… Bunların bir sonucu da ne yazık ki, hayatına son vermeye sürüklenmek oluyor. Bulunduğumuz hapishanede 20 veya 21 Mart’ta Duygu adında genç adli bir kadının hayatına son verdiğini öğrendik. Detayları bilemiyoruz fakat şizofreni hastası olduğu ve buraya kısa süre önce sürgün olarak getirildiği, tek tutulup ve de ailesinden uzakta, birçok yoğun baskıya maruz bırakılan adliler, aynı zamanda “iyi hâl”, “puanlama” gibi yöntemlerle infazının yakılması gibi baskılar da yaşatılarak iyice yalnızlaşmaya, birbirini şikayete, güvensizliğe itiliyorlar. Ayrıca şizofren hastasının burada tutulması, üstelik tek tutulması da amacı belli ediyor. Hasta tutukluların acilen tahliyesi şartken, daha da ağır koşullarda tutularak bu son hazırlanıyor. Üstelik sürekli kameralar ile, insanlık dışı bir şekilde hayatımızın gözetim altında tutulmasına karşılık, ciddi sağlık sorunu olan bir tutuklunun hayatına son vermesi, bunun engellenmemiş olması birçok şey anlatıyor aslında. Duygu, bu hapishanedeki bildiğimiz ikinci kadın intiharıdır. Ayrıca, Kibar adlı ağır fiziksel ve ruhsal hastalıkları olan bir adli kadın tutuklu da hastalık nedeniyle, üstelik “ölüyorum” diye çığlıklar atarak hayatını kaybetmişti. Garibe arkadaşımıza yapılanların tümüne ise birebir şahidiz. Hapishanelerde artan kadın intiharları durumun ciddiyetini ve acil çözüm yetersizliğini gösteriyor. İnfaz yakmalar, baskılar, tecrit, cinsiyetçi saldırıları da hep beraber durduracağız. Konuya dair kurumlara mektup ve dilekçeler ilettik.

Değerli arkadaşlar, beraber kaldığım Bahar ve Resmiye arkadaşların da selam ve sevgilerini sizlere iletiyorum, 1 Mayıs’ımız kutlu olsun.

Sevgi ve saygılarımızla. Venceremos!

23 Nisan 2023

Kocaeli 1 No’lu F Tipi

Seçim tavrı(mız): Oyumuz devrime! / Sibel Özbudun – Temel Demirer

“Vekil inançların
raf ömrü kısadır.”[1]

Bir kez daha 14 Mayıs 2023 seçim(sizlik)leri yazısını kaleme alırken öncelikle Theodor W. Adorno’nun, “Seyredilen nesnenin dışındaki her şeye karşı aldırışsızlıkla, hatta küçümsemeyle dolu olmayan bakışın güzelliğe erişmesi imkânsızdır. Ve var olanın hakkını verebilen de sadece karasevdadır,” saptaması eşliğinde Wilhelm Weitling’nun “Kocaman bir ateş yakacağız/ Kâğıt paralardan/ Tahvillerden/ Vasiyetnamelerden/ Vergi dosyalarından/ Kira kontratlarından/ Ve borç senetlerinden/ Ve herkes/ Kendi cüzdanını da bu ateşin/ İçine atacak,” dizelerini aktarıp, ekliyoruz: “Engel insanın önünde değil zihnindedir,” diyen Joseph Murphy’nin uyarısı, önemlidir.

“Neden” mi?

Seçim(sizlik) öncesinde ittifaklardan birliklere hemen her şeyin baş döndürücü bir hızla ilkesizleşip, abartıldığı ortamda Hicri İzgören’in, “Türkiye’de muhalefet cenahında yaşananlar baş döndürücü şekilde hız kazandı… Ciddi ‘değer’ kayıplarının yaşandığı, ‘etik’ kavramının anlamını yitirdiği bu sistemde kimi algı oluşturma yöntemleri kendine geniş bir yaşam alanı buluyor ne yazık ki… Günümüzdeki hâkim anlayış, kendi kokuşmuşluğunu sürdürmek için ya değerleri tümden yok ediyor ya da ‘değer’lerin taşıdığı anlamın içini boşaltıyor,”[2] saptamaları müthiş değerlidir.

Kim nasıl sunarsa sunsun: “Millet Cephesi’nin önlenemez yükselişi”nden[3] söz etmenin de; “Sandıktaki oyumuz en değerli gücümüz!”[4] ya da “14 Mayıs, tarihi önemli bir kilometre taşı olarak değerlendirilmelidir”[5] veya “Türkiye büyük bir değişimin arifesindedir. Bu süreçte saflar artık netleşmiştir.”[6] “Seçimin sonucunu da Türkiye halklarının geleceğini de Emek ve Özgürlük İttifakı’nın tutumu belirleyecektir,”[7] ifadelerinin de makul olmadığının farkındayız!

Hatta toplum, “İslâmcı faşizan bir diktatörlük ile asgari de olsa hukukun, demokratik hak ve özgürlüklerin yürürlükte olduğu bir rejim arasında tercih yapacak. O nedenle solun, demokrasi ve emek güçlerinin öncelikli hedefi söz konusu yakın ve vahim tehlikeyi bertaraf etmektir. Dinci faşist bloku yenilgiye uğratmaktır. Diğer bütün hedefler bu bağlam ve bu tarihsel dönemeçte ikincildir,”[8] abartılı vurgularla seçim dışında her şeyi “ikincil/ tali” ilan etmek de müthiş bir talihsizlik, aymazlıktır.

Oysa yapılması gereken seçimi bir “faaliyet” olarak görüp, mevcut krizin ağırlaşacağı öngörüsüyle emekçilere güvenip, örgütlenmek ve her türlü sürprize, hamleye hazır olmaktır.

Çünkü “Erdoğan rejimine son verilebilir ancak derin krizden reform yoluyla çıkış kapalıdır ve seçimin hemen ertesinde hem rejimin seçim sonuçlarını tanımamasına, hem de sistem partilerinin ‘devrimci yükselişi’ çalma hesabına karşı çok yönlü hazırlık yapılmalıdır. Bu yazının amacı bir kere daha ‘umudumuz Karaoğlan’ faciasının ve ‘öncüyü tek başına savaşa sürme’ hatasının yaşanmasına karşı uyarıda bulunmaktır.”[9]

Tam da bu ufukta “Emek ve Özgürlük İttifakı olsun, Sosyalist Güç Birliği olsun, komünistlerin içerisinde bulundukları ittifakların yükselişte olacakları bir dönemdeyiz. Bu ittifakların ve bağımsız halkçı çizginin terk edilmesi depremin kendisi kadar yıkıcı olacaktır,”[10] uyarısına uygun davranmak kilit önemdedir.

Akıntıya karşı “farklı şeyler”i dillendirmek, eleştirip/itiraz etmenin, kimileri için kabul edilebilir olmadığını biliyoruz.

Ancak Fydor Dostoyevski’nin, “Gösterişin, torpilin, kibrin ve sayamadığım binlerce putun kol gezdiği bu çağda; bir bakışın, bir duruşun, bir hayatın sadeliğine inanıyorum,” tutumuna müthiş değer atfedenlerin; Napolyon Bonapart’ın, “Seninle aynı fikirde olmadıklarını söyleyenlerden korkma, seninle aynı fikirde olmayıp da bunu söyleyecek cesareti olmayanlardan kork,” uyarısını dillendirenlerin de olduğu unutulmamalı.

Kim nasıl ve ne kadar rahatsız olursa olsun; biz de onlardanız!

Hani, “Yüzleştiğimiz her şeyi değiştiremeyiz. Ama hiçbir şey yüzleşmeden değiştirilemez. Tarih geçmiş değildir. O, şimdiki hâldir. Tarihi biz taşırız. Biz kendi tarihimiziz. Başka türlüsünü iddia edersek, suçlu oluruz,” diyen James Baldwin ya da “Öyle şeyler vardır ki insanın susmaya, sessizce geçiştirmeye ya da eğretilemenin (istiarenin) örtüsü altına saklanmaya hakkı yoktur. İnsan inandığı şeyi dobra dobra söylemelidir,”[11] haykırışıyla Bertolt Brecht gibi…

Dünyayı değiştirme iddialarını yaşama geçirmek zor ve uzun vadeli bir süreçken; toplumu dönüştürmek isteyenlerin, “gerçekçilik” adına(?) dönüştürülmesi tehdidi hep gündemdedir. Bu da “kitleselleşmek”, “toplumun değerlerine saygı” refleksiyle devreye sokulan popülizmle/kitle kuyrukçuluğuyla sistemle buluşmaya kapı açarken; olup, bit(mey)enin özeti maalesef budur. Ve onca yılın pasifliğinin, konformizminin, reel politikerliğinin, asli görevlerini ihmalin bedelidir…

HÂL VE GİDİŞ

Coğrafyamız “ya devlet başa ya kuzgun leşe” anlayışıyla hareket eden, bir hükümetle karşı karşıyadır; CHP Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı’nın, “Seçimlerde paramiliter gruplar devreye girebilir”[12] uyarısı da boşuna değildir.

14 Mayıs seçimleri gerçekleşir ve yeni bir 7 Haziran-1 Kasım süreci yaşanmazsa gelecekte bizleri daha ağır koşullar bekliyor. Faşizmin her halükârda devrimcileri, komünistleri, demokratları ve ilericileri yok etmeyi, etkisiz kılmayı hedefleyerek yoluna devam edeceği not edilmeli. Coğrafyamız kimine göre “100 yılın krizi”ni veya “neoliberalizmin krizi”ni ya da birikim modeli krizini yaşarken, aslî meselenin sürdürülemez kapitalizm olduğu “es” geçilip, “ehven-i şer” açmazına sarılmamalı!

Mesela “İslâmcı faşizm veya altılı masanın Türkiye’ye sunduğu gelecek tasarımı olan, bir anlamda 2015’e dönüşü hedefle tutucu bir restorasyon… Altılı masanın temsil edeceği bir iktidar seçeneği, tutucu niteliğine rağmen İslâmcı faşizme göre ‘ehven’dir,”[13] söylemindeki üzere!

Evet, “14 mayıs seçimleri, mevcut iktidardan kurtulmak için önemli bir aşama, muhalefetin kazanacağına kesin gözüyle bakılıyor. anketleri, iktidarın seçim sandıklarına ve ysk’ya hâkimiyetini, iktidarı elinde tutmak için yapabileceklerini hesaba katınca bu iyimserliği paylaşamıyorum. diğer yandan, elinin altında militer güçler bulunun bugünkü iktidarın, seçimi kaybetse de memlekete huzur vermeyebileceğini düşünüyorum. yani bizi her türlü sert ve sıkıntılı bir dönem bekliyor; inşallah yanılırım. ‘yine baharlar gelir’ de diyemiyorum çünkü hiç bahar hatırlamıyorum. zaten herhangi bir yeni düzen geçmişin tekrarı olamaz,”[14] diyen Ayşe Düzkan haklı.

Seçim ortamı, “parlamenter” yoldan beklentilere yol açarken; büyük bir krize dönüşecek ortamın zeminini oluşturuyor. Bir yanda “parlamenter hayaller” var, öte yandan da seçim sonrası çatışma/kaos ihtimali devrede. Seçim(sizlik) ile devletin yeniden dizayn edilmek isteniyor; emekçilerin ve Kürtlerin mevcut Erdoğan hükümetinden çektikleri, gördükleri zulüm bir manivela olarak kullanılıp, sistemin bekasına yönelik restorasyona onayları istenmektedir.

Çetelerin kol gezdiği, düzenin mafyalaştığı, umutların mafya reislerine bağlandığı, yasaların askıya alındığı, kuralsızlığın hüküm sürdüğü sürdürülemez kapitalizmin tablosunda eskinin çürüyüp, yeninin doğamadığı bir canavarlar zamanına kapı açması muhtemel 15 Mayıs sabahında çok şeyin değişeceğini ummak büyük hayalcilik olur.

Kaldı ki “AKP hükümeti, seçim(sizlik)leri hile hurda ile kazansa da bir yıkım riskinin devreye gireceği; kapitalizmin krizi yönetebilmek zorlanacağı öngörülmelidir.

“Çünkü ‘Seçim konjonktürünün bir bileşeni, iktidar yapısının artık sürdürülemez olmasıdır: Ülkedeki derin ekonomik krizin, emperyalist ‘yeniden paylaşım’ rekabetinin basıncı altında, siyasal İslâmın çıkarlarıyla, egemen sermayenin çıkarlarını, bağımlılık ilişkilerini bağdaştırmak artık olanaklı değildir. Konjonktürün ikinci bileşeni, ‘yapışkan statüko’ya (algısal kilitler-patika bağımlılığı) ilişkindir: Yukarıdaki ittifakın egemen sermaye (emperyalizm) kesiminin çıkarlarını temsil eden kültürün, aktörlerinin muhalefetin altılı masa ve HDP/YSP kanadının listelerine neredeyse homojen biçimde dağıtılmış. ‘Süreç olarak faşizmin’ doğuşuna, doğrudan ya da işbirlikçi olarak katılmış beş isim bu durumu çok güzel sergiliyor. Bir tarafta, ekonomide Babacan, dış ilişkilerde Davutoğlu, adalette Sadullah Ergin. Diğer tarafta, ABD ve AB (emperyalizm) ilişkileriyle, AKP karşıtlarına ‘simgesel şiddet’ uygulama, Kürt hareketine sahte umutları satma işlevleriyle Çandar ve Cemal.

“Bu resim bize, egemen sermayenin ‘Her şeyin aynı kalması için bir şey değişmelidir’ ilkesini benimsediğini gösteriyor.”[15]

SEÇİM/PARLAMENTO ABARTILARI

Seçimler de, oy kazanmak önemlidir. Ancak devrimci sosyalist siyaset bakımından en önemli şey değildir ve ol(a)maz da; “oy pusulalarını ve seçimleri bırak/ evet/ seçimleri özellikle bırak/ çünkü açlık çoğunluktadır,” dizelerindeki üzere Turgut Uyar’ın (Bu arada Filipinli Devrimciler, “Yoksulluğun cevabı seçim değil, devrimdir” der!)…

“Türkiye, kaderinin yeniden çizileceği bir tarihsel eşikte bulunuyor. Önümüzdeki 14 Mayıs seçimleri bu eşiklerden biri, belki de en önemlisi hâline geliyor. Gericiliği ve faşizmi yenilgiye uğratmak, Türkiye’nin yanı sıra, solun ve emek hareketinin de önünü açacak,”[16] söylenceleri eşliğinde “Neden bu kadar seçimlere umut bağlanır oldu”? Sahi, neden artık “gericiliği, faşizmi yenilgiye uğratmak” için seçimler değil de emekçi kitlelerin örgütlü hareketine güvenmek gerektiğini düşünenlerin sayısı bu denli azaldı?

Parlamentarist hayaller ile birlikte coğrafyamızda yaş(tıl)an siyasal İslâmcı totalitarist “şok” bunda etkili olmuş olmalı!

Bilindiği üzere “Şok Doktrini” ilhamını CIA’in işkence tekniklerinden alır. İnsanlık dışı işkence yöntemleri üzerinde çalışan CIA, 1950’lerden itibaren insanların üzerinde yaptığı deneylerde, beyne elektrik şoku verildiğinde ortaya çıkan büyük acının, insan beyninin yeniden şekillendirilmesini sağlayacak şekilde direncini kırdığını “keşfeder.” CIA uzmanları işkenceyle boşaltılan zihinleri, üstüne yeniden yazılabilecek “boş bir levha”ya benzetir. “Boş levhalar”ın nasıl doldurulacağı ise artık bu yönteme başvuranların iradesine kalmıştır.

CIA’in söz konusu işkence metodu daha sonra neoliberal teorisyenlere, otokratik yönetimlere “ilham” olur. Milton Friedman’ın Chicago Okulu, bu şokların toplumları etkileyecek boyutlarda olması hâlinde, bir toplumun bütün belleğini, alışkanlıklarını yeni bir ekonomik düzen kurabilecek şekilde etkileyebileceklerini ortaya atar. Bu tezin laboratuvarı ise Şili olur. Pinochet darbesiyle salınan “Şok Dalgaları”yla toplum hizaya sokulur, yeni rejimin inşası için kitleler teslim alınır. Sonrasında dünyanın dört bir tarafında bu “şok dalgaları” ile toplumlar teslim alınır.

Naomi Klein’ın kapsamlı biçimde irdelediği durumda egemenler kriz, korku, felaket, savaş ve travmatik olayları kullanarak, çaresizlikler üzerinden zorla “rıza üretir”ler.[17] Zaman, mekân, aktörler değişse de “Şok”lar yerkürenin dört yanında egemenler için hâlâ bir reçete; coğrafyamızda olduğu üzere!

Şuraya dikkat edilmeli: “Şok reçetesi”ni uygulayan aktörlerin senaryosunu burjuva iktidar yazarken; parlamento ve seçimler de bunun araçları olabilmektedir!

“Parlamento ve seçimler” deyince anımsatmadan geçmeyelim: Seçimler konusunda devrimci yaklaşımıyla Marksizm-Leninizm burjuva parlamentolarını burjuvazinin egemenlik aygıtı olan devletin bir organı olarak tespit eder. Marksizm-Leninizmin sınıf egemenliği ve devletle ilgili diğer fikirleri ile bir arada düşünüldüğünde, bu cümle çok şey ifade etmektedir.

Buna göre parlamento burjuva egemenliğine yabancı ya da dışsal bir organ olmayıp, onun organik bir parçasıdır. Nasıl ki günümüzün devleti “tüm halkın devleti” değil de toplumda bir azınlık olan burjuvazinin devletiyse, onun bir parçası olan parlamento da aynı şekilde burjuvazinin parlamentosudur.

Elbette bu, parlamentolara işçi sınıfının ve diğer sınıfların temsilcilerinin, hatta devrimci temsilcilerin giremeyeceği anlamına gelmez. Aksine dünyada parlamenter deneyimin büyük bölümünde bunun sayısız örnekleri görülmüştür. Sorun şu ki, bu tür temsilcilerin varlığı olsun, bunların kendi sınıflarının çıkarları doğrultusunda parlamento zemininde de şu ya da bu biçimde bir mücadele yürütmeleri olsun, parlamentonun sınıfsal özünü değiştirmemektedir. Bunun somut örneği, XXI. yüzyıl başlarında Latin Amerika ya da Avrupa’da işbaşına gelen “halkçı”, “sol”, “sosyalist” yaftalı parti ya da ittifakların, sermayenin, borsaların vb. istemlerine tabi olmaları, üretim ilişkilerine dokunmaya tevessül etmemeleridir.

Karl Marx’ın ifadesiyle, “Her üç ya da altı yılda bir, parlamentoda halkı yönetici sınıfın hangi üyesinin ‘temsil edeceği’ni ve ayaklar altına alacağını” belirleyen seçimlerle oluşturulan parlamento, halk yığınlarının doğrudan canlı eylemine tamamen dar gelecek bir deli gömleği olabilir ancak. Bu yapıda halk parlamentoya seçtiği “vekillerin” orada ne yapacağını belirleyemez, memnun olmadığı “vekili” görevden alamaz, onları denetleyemez.

Dolayısıyla, başka hususlar bir yana, bu bakımdan da parlamentoda çoğunluk elde etmek suretiyle burjuva düzenin ortadan kaldırılamayacağı, işçi sınıfının kendi sınıf iktidarını kuramayacağı açıktır.

Nitekim V. İ. Lenin, parlamentonun işlevi ve devletteki yerini iyi bilinen şu sözleriyle betimler: “Amerika’dan İsviçre’ye, Fransa’dan İngiltere’ye, Norveç’e vb. dek, herhangi bir parlamenter ülkeyi düşününüz; asıl ‘devlet’ işleri hep kulislerde görülür; bu işler hep devlet daireleri, bakanlıklar, kurmay kurulları tarafından yürütülür. Parlamentolarda, yalnızca ‘saf halk’ı aldatma ereğiyle, gevezelikten başka bir şey yapılmaz.”[18]

Evet, “Sermaye var olunca, toplumun tümü üzerinde egemenlik kurar ve hiçbir demokratik cumhuriyet, hiçbir oy hakkı onun niteliğini değiştiremez,”[19] vurgusuyla V. İ. Lenin’in, “Duma Seçimlerine Burjuva Partilerinin ve İşçi Partisinin Yaklaşımı” başlıklı yazısında ifade ettiği üzere: “Bizim için önemli olan, tavizler yoluyla Duma’da koltuk kapmak değildir; tersine, bu koltuklar ancak ve ancak kitlelerin siyasi bilincini geliştirmeye, onları örgütlemeye hizmet ettiği ölçüde değerlidir, ‘sükûnet’, ‘düzen’ ve ‘barışçıl [burjuva] saadet’ uğruna değil, emeğin her türlü zulümden ve sömürüden kurtuluşu için mücadele uğruna.”

“Proletaryanın, burjuvazinin boyunduruğu altında, ücretli-köleliğin boyunduruğu altında yürütülen seçimlerde çoğunluk kazanması gerektiğini ve ancak bundan sonra iktidara geçmesi gerektiğini yalnızca alçaklarla ahmaklar düşünebilir. Bu, budalalığın ya da ikiyüzlülüğün doruğudur; bu, eski sistem içinde ve eski iktidar altında, sınıf savaşımının ve devrimin yerine seçimleri koymaktır.”[20]

Aynı konuda Rosa Luxemburg’un da, “… ‘Biz hiçbir zaman formel demokrasi putuna tapmadık.’ Bunun anlamı şudur: Burjuva demokrasisinin toplumsal çekirdeğini, onun siyasi biçiminden her zaman ayrı tuttuk; her zaman tatlı biçimsel eşitlik ve özgürlük kabuğu altında gizli toplumsal eşitsizlik ve özgürlük yoksunluğunun sert çekirdeğini ifşa ettik-kabuğu reddetmek için değil, işçi sınıfını onunla yetinmemeye teşvik etmek için; demokrasiyi topyekûn yok etmek için değil, siyasi iktidarı ele geçirerek burjuva demokrasisinin yerine sosyalist bir demokrasi kurmak için,”[21] notunu düşerken; Gündüz Vassaf’ın, “Seçimlerde vatandaşlara bir şeylerin değişeceğinin düşleri pazarlanıyor, umut tacirleri bir şeylerin değişebileceğinin hayalini satıyor. Gerçekten adil bir dünya düşleriyle yola çıkan politikacılar da var. Onların ayağı kaydırılıyor, kandırılıyor, etkisizleştirilip bazen de öldürülüyorlar”;[22] Anthony Burgess’in, “Seni bir makine biçimine sokmuşlar. Seçme hakkını elinden almışlar. Toplumun kabullendiği davranış türlerine boyun eğmek zorundasın. Seçme hakkına sahip olmayan kişi, kişiliğini yitirmiş demektir,”[23] ifadelerini de aktaralım!

“İyi de parlamentoyu, seçimleri demokrasi için kullanıyoruz” itirazlarına/fantezilerine de; V. İ. Lenin’in, “İlkeyi değil, sözcüğü savunuyorlardı, bir ilke yanılgısına düşme korkusundan değil, insanlar ne der korkusundan hareket ediyorlardı,”[24] uyarısı eşliğinde; Frantz Fanon’un, “Oy verdiğiniz hükümet ve kardeşlerinizin hizmet ettiği ordu hiç duraksamadan ve vicdan azabı duymadan ‘soykırım’ işlerken siz kurban değilseniz, o zaman kesinlikle işkencecisiniz”;[25] Sokrates’in, “Mal-mülk edinmekten, şan ve şöhreti önemsemekten utanmıyorsunuz, ama vicdanınızla ilgilenmekten kaçınıyorsunuz!” “Sorgulanmayan hayat, yaşamaya değmez,” deyişlerini aktarmakla yetinelim…

KEMAL KILIÇDAROĞLU(=MİLLET İTTİFAKI)’NA DESTEK!

Buradan konuyla ilintili olarak Kemal Kılıçdaroğlu(=Millet İttifakı)’na destek faslına geçersek Wolfgang Pauli’nin ifadesiyle, “Buna doğru değil demek yetmez. Bu yanlış bile değil!”

Öncelikle hangi sınıfın temsilcisi olduğu “es” geçilmeye kalkışılan Millet İttifakı’nın sermaye için bir “restorasyon” olduğunu ve restorasyon “vaadi”nin/“ihtimali”nin “demokrasi” yaygaralarına mündemiç bir “hüsnü kuruntu”dan ibaret olduğunu belirtelim. “Geliyor gelmekte olan” güzellemeleriyle sunulanın gerçek anlamda bir “restorasyon”a bile muktedir olamayacağı görülecektir. Tabii eğer “gelirse”…

Bu bir kehanet değil! İttifak bileşenlerinin kirli sicili ile Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nin ortaya koyduğu bir hakikât!

Hâlâ bilmeyen var mı? Varsa ne yazık! Altılı Masa’nın programı Ortak Politikalar Mutabakat Metni, işçi ve emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, ezilenlerin taleplerini dikkate almayan sermayenin “mutabakat programı” ve Sinan Çiftyürek’in, “Millet İttifakı, ‘Demokrasi mücadelesinin yükü Kürtlere, mükafatı bize,’ politikasını tekrarlayabilir,”[26] notunu düştüğü politik manevradır.

“Milletvekili olmak için ilkesiz ittifaklar içinde olmayız, kimseye göz kırpmayız, yancılık yapmayız, takiye ise hiç yapmayız!” vurgusuyla Türkiye Komünist Hareketi’nin (TKH) belirttiği gibi, “CHP’nin başını çektiği ve 5 sağ partinin içinde olduğu Millet İttifakı’nın, yayınladıkları metinlere bakarak ülkeyi bu karanlıktan, sömürüden, yağmadan kurtarabileceği beklenmemelidir! AKP’nin içinden çıktığı Saadet Partisi ile, AKP’nin içinden çıkan Deva ve Gelecek Partisi ile ve MHP’nin içinden çıkan İyi Parti ile Türkiye’nin sorunları çözülemez!”[27]

Bu(nlar) böyleyken; “İyi Parti lideri Meral Akşener, yarattığı krizi yine kendisi çözmek zorunda kaldı. Neredeyse bütün iddialarını geri alarak Millet İttifakı’na döndü. İyi de oldu, itirazım yok. Çünkü, artık zaman, muhalefete muhalefet yapma dönemi değildir,”[28] vurgusuyla Millet İttifakı’na kafa yormak sosyalistlerin görevi olamaz, olmamalıdır da!

Ancak buna rağmen “Altılı Masa’nın bize değil, bizim Altılı Masa’ya ihtiyacımız var… Şöyle bir formül açıklayıcı olabilir: Altılı Masa’dakiler için Erdoğan’ın kazanması bir ölüm kalım sorunu değildir, bir savaşın yitirilmesi değildir. Bizim için ise, ölüm kalım sorunudur, Erdoğan’ın kazanması, bir savaşın yitirilmesi, kesin bir yenilgi ve bozgun anlamına gelecektir. Bu nedenle Altılı Masa’nın özellikle de İyi Parti ve ülkücülerin bizim oylarımıza ihtiyacı bizim Erdoğan’ı yenmek için Altılı Masa’nın ve Ülkücülerin oyuna ihtiyacımız gibi değildir. Bunu kısa ve öz olarak şöyle de ifade edebiliriz: Altılı Masa’nın Bize Değil, Bizim Altılı Masa’nın oyuna ihtiyacımız vardır,”[29] diyen Demir Küçükaydın ve onun gibilere İ. Metin Ayçiçek’in, “İki ittifaka da oy vermeyi düşünmedim hiçbir zaman… Onlar birbirine zıt kardeşler değil, bir cismin aynadaki görüntüsü kadar ikizdirler olmaktan öte bir farka sahip değildir,”[30] saptamasını aktarmakla yetinelim!

Millet İttifakı, sermayenin krizini “çözme”ye talipken (ama bunu nasıl yapacağını bir türlü açıklayamazken); emekçi solu yedekleyen ve araçsallaştıran bir politik manevradır. Bu hâliyle de biz(ler)e, “Bıra şêrê rokê be, ne roviyê salekê be/ Bir günlük aslan ol, bir yıllık tilki olma,” savsözünü anımsatan -doğrudan ya da “olaylı”- destek söylenceleri “umut(suzluğ)u”na gelince: Asılsız umudun nedeni umutsuzluktur. Coğrafyamızdaki yaygın umutsuzluk çaresizlikten kaynaklanıyor; “denize düşen yılana sarılır,” deyişindeki gibi… Umutsuzluk çaresizlik bir teslim olma hâliyken; yıkıcı bir öfkeye zemin hazırlar; “Usancı, bezginliği bir an unutturan bir şey varsa, yaşama sokuverdiğimiz umuttur. Yaşama katabildiğimiz, katmayı becerebildiğimiz umuttur,”[31] saptamasındaki üzere Bilge Karasu’nun…

Örnek mi? TİP Genel Başkanı Erkan Baş, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunda “Memlekete de ittifaka da hayırlı olsun. En kuvvetli adaylardan biri olarak ismi öne çıkıyordu,”[32] diyen ilk örnek olması yanında; HDP’nin ortak liste önerisine şerh koyup, Kılıçdaroğlu’nun adaylığının da “desteklenmesi gerektiğini duyurdu.”[33]

Silivri zindanındaki Ş. Can Atalay’ın, “Tek adam rejimine karşı demokratik, çoğulcu bir ortam özlemiyle geniş bir ortak hat oluştu. Elbette bu sürecin her noktasını yalnızca sonuçtan hareketle kutsamamalı, eleştirel değerlendirmelerden muaf tutmamalıyız,”[34] ifadesi de bir başka örnek…

SOL Parti de, seçimlerde cumhurbaşkanlığında Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini açıklayıp, “Kılıçdaroğlu’na destek vererek tüm muhalefet ile birlikte mücadele edeceğiz” derken;[35] Hayri Kozanoğlu da ekledi: “Biz Sol Partililer, tüm sosyalistler, demokratlar son dönemde halkın artan güvenini boşa çıkarmayacağız, son ana kadar ortak aday etrafında tüm çabamızı harcayacağız.”[36]

Halkın Kurtuluş Partisi (HKP) Genel Sekreter Yardımcısı Sait Kıran da, seçimlerde Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini duyuranlardandı;[37] “Mustafa Kemal Atatürk, kendi yurdunda onuruyla yaşamaktan başka çaresi olmayanlarındır,”[38] diyen Türkiye Komünist Partisi (TKP), Millet İttifakı’nın ortak cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na oy çağrısı yapıp, “Bir oy Erdoğan gitsin diye, bir oy TKP’ye” çağrını dillendirdi.[39]

Ancak bu kadar da değil! Cumhurbaşkanı seçimlerinde, “Oyumuzu Erdoğan’a karşı kullanacağız.”[40] “Bu oy Erdoğan’a karşı verilmekte ve Erdoğan’ın bir an önce gitmesine odaklanmış geniş halk kesimlerine ‘sizi anlıyoruz, duygunuzu paylaşıyoruz’ mesajını taşımaktadır,”[41] diyen TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan hızını alamayıp, daha sonra da, “Utana sıkıla değil, açıktan söylüyoruz cumhurbaşkanı seçimlerinde Kılıçdaroğlu’na oy vereceğiz,”[42] diye ekledi.

Oysa, “CHP’li değilim. Kılıçdaroğlu’na kerhen oy vereceğim ayrı, asla Babacan, Karamollaoğlu, Akşener, Davutoğlu’na değil oy, selam vermem. Adres, Sosyalist Güç Birliği, oylar TKP’ye,”[43] ifadesindeki üzere Enver Aysever “utanıp, sıkılanlar”dandı!

Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), “Cumhurbaşkanlığı seçimi noktasında… sermaye adaylarına oy vermeme yönünde”[44] tavrı olduğundan söz ederken; bir habere göre, “Fatih Mehmet Maçoğlu, Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini açıkladı”![45] (Bir tekzip de gelmedi!)

Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı seçilmesine[46] destek verirken; HDP eski Eş Genel Başkanı -Edirne Zindanı’nda tutuklu- Selahattin Demirtaş, Twitter hesabından “Yürü Bay Kemal!” dedi.

HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü, “Türkiye’de ordunun ve elitlerin Kürt halkına kendi kaderini tayin umudu verdiği” gerekçesiyle HDP’nin varlığından rahatsız olduğunu söyleyip, bunun hayali bir inanış olduğu vurgusuyla “Partisinin Kılıçdaroğlu’nu desteklemesini umduğunu”[47] ifade etti.

Ayrıca HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar muhalefete, “Gelin, ilk turda kazanalım,”[48] çağrısını yaparken; diğer Eş Genel Başkan Pervin Buldan da, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi, Türkiye halklarını nefessiz bırakmıştır. Evrensel hak ve özgürlüklerin tanındığı, demokratik hukuk ilkelerinin geçerli olduğu, sosyal ve ekonomik hakların olduğu bir düzen istiyoruz… Bu iktidardan hesap sorma konusunda kararlıyız. Bu nedenle CB seçimlerini, aday çıkarmayacağımızı tüm kamuoyuna buradan deklare ediyoruz,”[49] diyerek Kemal Kılıçdaroğlu’na dolaylı desteği resmileştirdi[50] (Bu arada her ne demekse Veysi Sarısözen de, “Benim Kılıçdaroğlu’na vereceğim destek de, ‘asılacak adama ipin verdiği destekten’ farklı olmayacaktır,”[51] sözleriyle “dolaylı” destekçilerdendi).

Kim nasıl sunar ise sunsun: Kemal Kılıçdaroğlu(=Millet İttifakı)’na destek düzene destektir. Kaldı ki CHP, “Sempre idem/ Her zaman aynı”dır!

Siz bakmayın “CHP, hem Atatürkçü hem de sosyal demokrat bir partidir.”[52] Kemalist olduğu malum da, “sosyal demokrat” olduğu müphemdir…

CHP’nin kaynağında solculuk değil, ulusçuluk/Kemalizm vardır. Sınıf mücadelesi geleneğine değil; devletin kurtarılması mücadelesine dayanır. Doğası böyledir.

CHP kendine istediği “kimliği” atfedebilir. Ancak, “solcu” ve “demokrat” olduğu sanmak ise tam bir yanılgıdır, yalandır!

Bu bağlamda şurası da çok açık: “Çözüm süreci fiyaskosu” ardından bir kez daha “Fırsat kapımızı çalıyor. Seçimlere barış açısından bakmak gerçekçi olup, imkânsız görünen için mücadeleyi gerektirir,”[53] satırlarındaki Kılıçdaroğlu desteği beklentinin nafile olduğunu ve Arundhati Roy’un, “O düşüş hiç bitmez. Ve düştükçe, düşen başkalarına tutunursun. Bunu ne kadar erken anlarsan o kadar iyi” sözünü hatırlatıp, devrimci itirazların olduğunun da altını çizelim.

Mesela HDP bileşenlerinden Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) “Devrimci ve emekçi sol hareket olarak bizim cephe, kötünün iyisi bir tutumla Millet İttifakı’nın arkasına bağlanmayı tercih etmemeli,”[54] derken; Merkez Yürütme Kurulu (MYK) da, “Başkanlık için oy kullanmayın!”[55] tavrını deklare etti.

Hüseyin Şenol, “Cumhurbaşkanlığı için ise iki adaya da oy verilmemeli… Ben buna ‘boş oy’ diyorum. İsteyen ‘boykot’, isteyen başka bir şey desin, ama kesinlikle oy verilmesin. Karalayın, buruşturun, slogan yazın veya yırtın Cumhurbaşkanı adaylarının bulunduğu oy pusulasını…”[56] derken; “Seçim tutumunu açıklayan Komün… cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “HDP’nin (ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nın), Millet İttifakı’nın adayı Kılıçdaroğlu’ndan yana almış olduğu tutumu desteklemeyecek; emekçi sınıfların ve Kürtlerin çıkarları doğrultusunda hareket etmeyen, özgürlük taleplerini asgari düzeyde savunmayan hiçbir adayın/ittifakın arkasına dizilmeyecektir,” denildi.[57]

YSP/HDP ABARTILARI

Selahattin Demirtaş, “Hayal kurmak, umut etmek, gerçekleştirmek… İlkini herkes yapar, ikincisini direnenler, üçüncüsünü de riski göze alanlar,” derken; Yeşil Sol Parti (YSP)/HDP’nin seçim abartıları bu haklı tespitin uzağına düşmektedir.

Örneğin UKKTH “sümen altı” edilerek, HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar’ın görüşmesi sonrasında Kılıçdaroğlu, “Kürt sorununun çözüm adresi TBMM’dir,” derken Sancar ise “Yapıcı bir görüşme gerçekleştirdik” ifadesini kullanmaktadır![58] (Yapıcı olan ne acaba?!)

Ayrıca YSP Seçim Beyannamesi’nde, bir “cennet ülke” vaadi eşliğinde İstanbul 1. Bölge adaylarından Kezban Konukçu Kok en az 20 vekil çıkarmayı;[59] temel seçim stratejilerinin “AKP-MHP iktidarına kaybettirmek” olduğunu belirten YSP MYK üyesi Ayşe Erdem de, seçimlerde yüzde 20’lik bir oyu hedeflediklerini söyledi…[60]

Öte yandan 14 Mayıs seçimlerinin dönüm noktası olduğunu belirttiği Seçim Beyannamesi’nde, “Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını, demokrasinin toplumsallaştığı Demokratik Cumhuriyet yüzyılı yapacağız” vurgusuyla çözüm olarak “radikal demokratik değişim”den[61] söz edilmesi de; adayların seçilmesi de[62] bir hayli tartışmalı görünmektedir.

Siz bakmayın Ali Saim’in “HDP’nin ittifak politikası ‘parlamentarist’ değil, ‘devrimci’ bir politikadır. Seçimlerde oyunu ‘arttırmak’ gibi sığ bir politika değildir,”[63] ya da HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tuncer Bakırhan’ın, “Ehven-i şer bizde asla olmaz. Millet ittifakı bu noktaya getirmesin bizi. Bu olmasın diye uğraşıyoruz,”[64] demesine! Söz ile eylem arasında ciddi bir açı farkı söz konusu!

Örneğin “HDP, yıllardır kendisine omuzdaşlık yapanların haklı hassasiyetini hiçe sayarak Hasan Cemal, Cengiz Çandar gibi iki çürüğü aday göstermeye karar vermiş. Yerseniz, diyor. İki seçenek var; Yeriz, Yemeyiz,”[65] uyarısı yerindedir. HDP de dâhil, hiçbir şey ve hiçbir kimse eleştiri üstü olmadığını; HDP’nin yaptıklarının anlaşılabilir olsa da, sosyalistler tarafından otomatik kabulünün mümkün olmadığını; Friedrich Nietzsche’nin, “Bazen bir şeyin değeri ona ulaşarak ne kazanıldığıyla değil, ona ulaşmaya çalışırken nelerden ödün verildiğiyle belirlenir,” sözleri eşliğinde hatırlatalım.

Bu arada “Kürtlere akıl hocası olan bayat solculardan bıktık” diyenlerin de olduğunu biliyoruz. Ancak bayatlayan Dengir Mir Mehmet Fırat’lı vb.li uzlaşma/çözüm(süzlük) aslında ve “Musa Piroğlu’suz, Hasan Cemal’li, Cengiz Çandar’lı listeye, zihniyete ‘Hayır’! Celal Doğan’lı, Altan Tan’lı saçmalığı unutma(dık)!”[66] demek bizim en doğal hakkımız ve görevimizdir!

Konuya ilişkin bir şey daha: Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş dahil, Kobanê Davası’nda HDP’liler hakkındaki tutuklama ve tutukluluğa devam kararlarında, bir zamanlar çözüm”de etkili olacakları umuduyla milletvekili yapılmış eski HDP’liler, Ayhan Bilgen ve Altan Tan’ın ifadelerinin gerekçe olarak kullanıldığını[67] unuttunuz mu?

Bu arada Özdemir Asaf’ın, “Rengan tevde di heman lezê de dihatin lewitandin./ Yekamînî dane rengê spî// Bütün renkler aynı hızda kirleniyordu./ Birinciliği beyaza verdiler,” dizelerini çağrıştıran; HDP (YSP) milletvekilliğinde iki dönem kuralının, hangi düzeyde olursa olsun, istisnasız herkes için geçerli olmalıydı değil mi?!

ALT BAŞLIK OLARAK LİBERALLER

YSP/HDP’nin liberal seçim abartıları, bize ister istemez Blaise Pascal’ın, “Her seçim bir vazgeçiştir,” sözünü anımsatıyor…

Ayrıca “Liberalizm artık sınıflar savaşımını yadsıma cüretini göstermez, ama bu kavramı daraltmaya, güdükleştirmeye, iğdiş etmeye çalışır. Liberalizm, sınıf savaşımını siyasal alana değin kabul etmeye hazırdır, ama devlet iktidarı örgütünün onun eylem alanı dışında kalması koşuluyla. Sınıf savaşımı kavramının bu liberal bozulmasını hangi burjuva sınıf çıkarlarının oluşturduklarını anlamak güç değildir,”[68] uyarısı eşliğinde, “Qantir nazê xwê sin nayê/ Katır doğurmaz, tuz yeşermez,” diyen Kürt savsözünü de anımsamamak mümkün mü?

“Yetmez Ama Evet”çi liberal atraksiyonların AKP’yi 2002’de “Muhafazakâr Demokrat İnkılap” söylemiyle selâmlayıp, 2010 referandumunda da “Evet” dediklerini ya da “İslâmcılardan demokrasi bekleyen”, “AKP’nin Türkiye’yi demokratikleştireceği”ni söyleyenleri unutmak mümkün mü? Elbette değil!

İvan Sergeyeviç Turgenyev’in ifadesiyle, “Öyle bir an gelir ki, bazı yolların dönüşü, bazı hataların özrü, bazı insanların anlamı olmaz”ken; AKP kurucusu ve eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in KRT TV’de, “İlk yola çıktığımız günden beri bize kredi açan ve bizi her platformda savunan liberal yazarlar vardı. Bunların hepsinin canına okuduk. Hasan Cemal’i yazamaz hâle getirdik, Cengiz Çandar çekti yurtdışına gitti. Altan kardeşleri, Nazlı Ilıcak’ı, Şahin Alpay’ı hapse attık. Öte taraftan Ali Bayramoğlu’ndan Gülay Göktürk’e kadar daha birçok Türkiye’de vicdan sahibi, şu cenahta bu cenahta değil bildiği doğruları yazan bu insanların biz hepsini mağdur ettik ama en zor günlerimizde bunlar bizimle oldular,”[69] ifadesi de not edilsin!

Gelelim “Birtakım sol kuruluşlar da var. Bunlar biraz dekorasyon gibi”;[70] “Faşizan zihniyetli kesimden gelen eleştiriler umurumda değil”;[71] “Gazetecilik serüvenim siyasi bir eylem gibiydi”; “Ömrümün yarısından çoğunu Türkiye’nin, Türkler ve Kürtlerin eşit ve özgür birlikteliği ve Kürt sorununun barışçı çözümü için harcadım,”[72] deyip eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’ın “Bu seçim döneminde Rusya’ya çok dikkat etmek gerekir” sözüne atıfla, kendisi aleyhine başlatılan kampanyanın Rusya’nın bir operasyonu olabileceğini ifade eden[73] Cengiz Çandar zırvalarına!

Biz(ler)e Friedrich Nietzsche’nin, “Ne çok gülmüşümdür, içinde binlerce kötülük bulunan ama kendini iyi biri zanneden zayıflara,” sözlerini anımsatan onun için şunları dedik:

“Aydınlık hareketinde yer alıp, TİİKP merkez komitesi üyesi olan; ardından İran mollarşisine göz kırpan; dahası ‘Sabah’ ve ‘Yeni Şafak’ta ‘gazetecilik’ yapan; Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın özel danışmanlığı göreviyle ödüllendirilen; AKP’nin değirmenine su taşıyan zatın konuşmak yerine susması, yüzünün kızarması gerek.

“Kaldı ki, her koşulda UKKTH’nı savunan, bedel ödeyen sosyalistlere ‘Faşizan zihniyetli’ demek hadsizliğiyle malûl liberal müsveddenin ‘maruzatları’ da kimsenin umurunda değil.

Çünkü bukalemunu andıran seyr-ü seferlerinde onun gibilerin, sağa sola çamur atmaya kalkışsa da söyleyecek yalanları kalmamıştır.

Biz onu iyi tanırız; o da bizi!

İlla konuşması gerekiyorsa, soruyoruz: ‘Kirli Savaş’ günlerinde ne yaptın, neredeydin?

Sesini kesmesi, susması hayrınadır!”[74]

Bir de, TBMM’ye seçilirse, “Frak giyeceğim. En temel nedeni bir yerde Atatürk’ten gelen bir şey, bu bir gelenek. Meclis’i kuran, Cumhuriyet’i kuran Atatürk o dönemde giymiş,”[75] vurgusuyla “Elimi bizzat taşın altına sokmak için 54 yıllık gazetecilik hayatımı kapatıyorum,”[76] diyen Hasan Cemal’den 17 Şubat 1999 tarihli “Dönüm Noktası…” başlıklı yazısından aktaralım:

“Başbakan Ecevit’in televizyondan açıklamasını dinlerken bir heyecan dalgası yalıyor içimi. Gerçekten tarihi bir an, bir dönüm noktası. Apo’nun yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi, 1984’ten beri Cumhuriyet devletinin PKK’ya karşı verdiği haklı ve meşru mücadelede bayrağın zirveye dikilmesi, zaferin tescilidir. Şimdi önemli olan, bir komutanın deyişiyle ‘teröristin geldiği vasatın yok edilmesidir’…

“Tarihi bir dönüm noktası! Bir başka deyişle: Apo’nun yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi, PKK’ya karşı Cumhuriyet devletinin 1984’ten beri sürdürdüğü haklı ve meşru mücadelesinde bayrağın zirveye dikilmesi ya da zaferin bir yerde tescil edilmesidir.”[77]

Şimdi sormadan geçmeyelim: Bunları diyen YSP/HDP adayı Hasan Cemal değil mi? Bu konuda bir özeleştirisini duydunuz mu? Ya onu “yeni bir çözüm süreci” hayaliyle aday yapanlar?

Tam da bu noktada, “yetmez ama evet”e ilişkin savunmasında hâlâ, “Darbecilere karşı Erdoğan’ın tarafını tuttum çünkü adam iyi şeyler yapıyordu,”[78] diyebilen(!) Hasan Cemal ile Cengiz Çandar’ın “Samimiyetlerinden asla kuşku yok” deniliyor. İyi de bu kuşkusuzluğun kriteri, tarihsel bilgi birikimi(niz) ne?

Cengiz Çandar, ona geç(me)mişini anımsatanlara “Faşist Zihniyetli” diyedursun! Hatırlatalım: “Farklı kimlikleri kabul etmeyen”, UKKTH’ye sırt çeviren, halkların kardeşliği şiarıyla yetinmeyip eşitliğini vurgulamayan asla “sosyalist” ol(a)maz; ne derse desinler, zikredilmeye bile değmezler!

Şimdi her şey ne olduğu belirsiz bir “demokrasi yaygarası”na indirgenip; “Sosyalizmden önce aslî görev demokrasi” vurgularının öne çıkarılması bir mazerettir, incir yaprağıdır; sınıftan kaçışın “devrim olmadı, demokrasi verelim,” maruzatıdır.

Kimse bize Chantal Mouffe’un, Ernesto Laclau’nun bayat(lamış) zırvalarını pazarlamaya kalkışmasın!

Hayır, “Yetmez ama evet”çi liberal “genişlik” vurgusu çok “müphem” olması yanında; sağ arayışların nerede duracağı da flu bir pozisyondur. Soru(n) da tam burasıdır.

Bu sınırları belirsiz (hatta orta burjuvaziyi de içerdiği söylenen!) duruşu da, “NATO’ya hayır” diyememeyi de tasvip etmek mümkün değil (NATO bir savaş örgütü değil mi? Vurguyu istediğiniz kadar geniş yorumlayabilirsiniz).

Mesele Cengiz Çandarlar, Hasan Cemaller ile sınırlı falan değil: “Adaylar”dan çok -ve onlar üzerinden- onları aday yapan zihniyeti tartışmalıyız.[79]

Sola “dekorasyon” demesine tepkiler ardından, “Dekorasyon güzelleştiren bir şeydir,”[80] yalanına sarılan Cengiz Çandarları, Hasan Cemalleri savunanlar, kendini dünyanın merkezine koyan el değmezlik “iddia”larından kurtulup eleştiriye, itiraza tahammül etmek ve Sâdi Şirazî’nin “Düşmanın en büyük hilesi, dostluğudur,” sözünü unutmamak zorundadırlar.

Özdemir Asaf’ın, “Güçlü olmanın türlü yolları vardır, dürüst olmanın bir tek,” saptamasından mülhem tavrım(ız) net: Ne “ulusal solcu”lar ne de “samimi demokrat” payesine layık görülen liberaller! Sahte bir ikilemlere esaret yerine alayına “Hayır”!

TİP Mİ? (DEDİNİZ!)

Kocaeli Zindanı’ndaki Gültan Kışanak’ın, “İttifak olarak tek liste ile seçime girmenin getireceği avantajlar biliniyor. Tek oyu bile heba etmeye kimsenin hakkı yok,”[81] diye eleştirdiği Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) bu tavrı Kemalist çevreler tarafından, “Cesur bir kararla ağırlıklı kendi listesiyle seçime katılıyor. Yolu açık olsun. Çevremde TİP’e oy verecek insanların çoğaldığını görüyorum,”[82] ifadeleriyle yüreklendiriliyor.

Bir “boşluğu” doldurduğu “iddiası”yla(?!) “AKP’lilerin çocuklarında AKP’den kopuş eğilimi var,” vurgusuyla tutumlarını açıklarken; “Geleneksel kodlar nedeniyle CHP’ye yönelmiyorlar. TİP farklı bir şey gibi gözüküyor gençlere. Adaletsizliğe isyandan bize yöneliş var,’ diyen Erkan Baş’ın elini sıkarken, 60’lı yılların TİP’inin Meclis’te estirdiği ‘Güleryüzlü Sosyalizm’ rüzgârı geliyor aklıma. Meclis’e girmeyi başaran 15 milletvekiliyle, halkın sosyalizm algısını değiştirmeye başlayan… Bu rüzgârda TİP Genel başkanı Erkan Baş’ın büyük payı var,”[83] diye veriyor coşkuyu Tuluhan Tekelioğlu…

Bu öfori içerinde Erkan Baş ekliyor: “İlk defa sosyalizmi insanlara sosyalistler anlatır hâle geldi. TİP bunu başardı. Biz, sosyalizmin değerleri ışığında ülkemizin bugünkü sorunlarına bakıp bunlara ilişkin yanıtlar üretmeye çalıştığımız için insanlar teveccüh ediyorlar.

“Türkiye’deki bu kurtuluş arayışının her şeyin üstünde olduğunu düşünüyorum. Hiç kimsenin kendisini, kendi partisini ve kendi ittifakını memleket çıkarlarının üstüne koyma lüksü yoktur.

“Ben Deniz Gezmiş’in yoldaşıyım. İdam sehpasında tek başına da kalsan doğru bildiğini söyleyeceksin. Galilei, ‘Dünya dönüyor’ dediğinde herkes mahkûm etmeye çalıştı ancak dünya yine de dönüyordu. Halkın yararına olan bir şey önümüze geldiğinde kim yaparsa yapsın, ‘Doğrudur’ diyoruz. Halkın aleyhine bir şeyi kim yaparsa yapsın ‘Yanlıştır’ diyoruz.”[84]

“Sosyalizmi insanlara sosyalistler anlatır hâle geldi. TİP bunu başardı.” diyenler; “Ben Deniz Gezmiş’in yoldaşıyım” diyecek kadar komik bir tezat içindedirler! Bir karar vermeliler; bu ülkede insanlara sosyalizmi anlatmaya (yeni) TİP mi başladı, yoksa bundan 50 küsur yıl önce “yoldaşlarım” dedikleri devrimciler ya da 100 küsur yıl önce komünistler var mıydı?

Polemiğe girmeye bile değmeyen bu hâlin somutu olarak “yeni TİP”, işçi sınıfı lafını ağzına almayan; üretim araçlarının mülkiyetinden zinhar bahsetmeyen; “yurttaş” kavramını sınıf politikasına tercih eden bir oluşumdur.

“Yeni TİP”in ajandası, emek örgütlenmesinden çok kentli küçük burjuvaların yaşam tarzını/kriterlerini muhafazakâr AKP tasallutuna karşı korumaya ilişkinken; fiiliyatlarıyla da Yunanistan’da SYRIZA, İspanya’da Podemos’u andırıp; HDP ile CHP arasındaki boşluğa yerleşmeyi hedefliyorlar!

“Eski TİP’li” Oya Baydar’ın, “Bu genç ve aktif parti; son zamanlarda adından epeyce söz ettirmesine, tanınmış yüzleri, artistleri, televizyoncuları falan aday göstermesine, yakışıklılık imajı, hitabet gücü ve görece radikal söylemiyle HDP ile pek barışamayan sol muhalif ‘beyaz Türk’leri etkilemesine rağmen, seçim günü geldiğinde umduğunu bulabilecek mi, yoksa İttifaka milletvekilliği mi kaybettirecek? Bunu kendilerinin, ülkeye ve hepimize karşı taşıdıkları sorumlulukla iyi hesaplamaları gerekiyor”;[85] Levent Köker’in, “Eğer bu iş demokrat Türkiye’nin istediği gibi bitmez ve özellikle parlamento içindeki mücadele için olumsuz sonuçlar doğarsa bunun vebali TİP’in sırtında olacak, bunu bilsinler. Önümüz fırtına, aklımızı başımıza toplayalım,”[86] uyarısını dillendiği tabloya ilişkin İrfan Aktan’ın yorumu da şu oluyor:

“TİP’in kısa sürede bir ittifak imkânından ittifak engeline dönüşmeyi, HDP seçmeninin nefret objesi hâline gelmeyi başarmasının şımarıklıkla, kadir bilmezlikle açıklanması zor. Bu bilinçli, ideolojik bir tercihin yansıması olarak görülüyor…

“Sahi TİP ne istiyor?

“TİP’in ikisi kısa vadeli olmak üzere üç temel hedefi olduğu anlaşılıyor. Kısa vadeli hedefler; Emek ve Özgürlük İttifakı sayesinde ‘barajı yıkıp geçerken’ birkaç yerden milletvekili çıkarmak, yüzde 3 oy alarak Hazine desteği elde etmek ve bu destekle de kapasitesini güçlendirmek. Uzun vadeli hedef ise ‘Kürt hareketinin gölgesinden çıkmak’ ve solun merkezine oturmak.”[87]

TİP’in legal planda ne yapıp, yapamayacağı tartışmalıyken; yaptıkları ya da yapamadıkları 1971 kopuşundaki üzere devrimciler için bir kıymet taşımamaktadır!

Çünkü bir toplama “parti” olarak TİP Başkanı Erkan Baş’ın, “Sevgili Sera bize katıldığında bazı CHP’li arkadaşlar surat yapmaya başlamıştı. Birkaç arkadaşa sorduğumda ‘Yakıştı mı, size’ deyince, ben de ‘20 yıldır sosyalist oyları aldınız, ona sayın’ demiştim,”[88] diye lanse ettiği kişinin, Pervin Buldan’ın eşi Savaş Buldan ile Behçet Cantürk’ün ölümlerinde rol oynayan; ayrıca Akın Birdal suikastçısıyla görüşmeleri ortaya çıkan; Ergenekon davasında yargılanan emekli albay Muzaffer Tekin’in avukatı olduğundan söz ediliyor.

Bunlar doğru ise Sera Kadıgil, CHP’den TİP’e iltihak ederken kamuoyuna bir öz eleştiri vermiş midir? Malum böyle meselelerde sosyalist partiler öz eleştiri gerekliliğini “es” geç(e)mezler!

Bu kadar da değil! Bir sosyalistin sırf kadın olduğu için Meral Akşener’e övgüde bulunması olası değildir. Ancak CHP’den milletvekili seçilip daha sonra TİP’e geçen Sera Kadıgil, aynen şu sözleri söylemiştir:

“Sayın Akşener ile de partisiyle de taban tabana zıddız. Ancak ataerkilin iliklerine kadar işlediği Ülkücü camiada bir kadın lider olarak sivrilmesi ve kadın konularında hiç geri basmaması bence kıymetli. Benim için bir kız kardeşlik mefhumu vardır. Çok darda kalmadıkça AKP’li kadın milletvekillerine bile ağzımı açıp cümle kurmam”![89]

Hatırlatalım: Sosyalistler, cinsiyetine bakmadan faşiste faşist derler; bu tartışma ya da te’vil konusu olamaz; hem de Ayşe Hür’ün, “Yetişkin bir insanın hele de sosyalist bir parti yöneticiliği gibi iddialı bir konumdaysa, 2021’den 2023’e ‘katettiği yol’un bu kadar radikal değişimler içermesi bana pek normal görünmedi ama yine de siz bilirsiniz elbette,”[90] ironisine karşın!

Yeri geldi belirtelim: Devrim(cilik), hayatın legal bir merkez etrafında örgütlendiği bir düzeniçi döngü değildir, ol(a)maz da.

Devrimcilik adına, bu rutinin dışında şeylere talip/taraf olmak gerekir.

Çünkü legaliteden hareketle toplum yeniden biçimlendirilemez.

Ne kadar halisane niyetlerle bezenirse bezensin düzeniçini biçimlendirmeye çalışanlar, düzen tarafından biçimlendirilirler. Düzenin devrilememesi, düzen içinin el değiştirmesiyle karikatürleşir. SYRIZA’lı Çipras, Podemos’lu Pablo Iglesias örnekleri bize bunu anlatır….

Legalite hep aynı yerinde, düzen içinde durur. Oysa devrim(cilik), bir altüst oluşu gerektirir, tüm değerleriyle yeniden yıkıcı bir inşaya muhtaçtır o.

Özetle devrim(cilik) adaleti özel mülkiyetin tekelinden kurtarma cüretidir.

“Yeni TİP” bunlar ve Tom Robbins’in, “Defter aynı olduğu sürece, yeni bir sayfa açmanın ne önemi var? Bazen defteri değiştirmek zorundasın,” sözüne ne der acaba?

NATO PARANTEZİ

“NATO, askeri bir mafyadır,” der Fidel Castro; haklıdır da!

Oysa… TBMM’de Finlandiya’nın NATO üyesi olması konusundaki oylamada AKP, MHP ve şürekası “Evet” oyu verirken, CHP ve İYİ Parti vekilleri de “evet” oyu verdi.

CHP için “mesele devlet olunca gerisi teferruattır” oldu. Şaşırdık mı? Elbette “Hayır”!

Ancak başka bir durum daha vardı: HDP vekilleri TBMM oturumunda salondaydılar. HDP Dışişleri Komisyonu Sözcüsü Hişyar Özsoy, partisinin oylamaya katılmamasıyla ilgili olarak askerî anlaşmalara hiçbir zaman “Evet” oyu vermediklerini, daima “Hayır” oyu kullandıkları vurgusuyla, “İlk defa askerî bir anlaşmada böyle yapıyoruz,” dedi ve ekledi:

“Şimdiye kadar hepsine ret oyu verdik. Ama bu defa Finlandiya’nın güvenlik kaygılarını meşru gördüğümüz için bu oylamaya katılmama kararı aldık, ‘Hayır’ da demek istemedik!”[91]

Oysa HDP Programı, “Emperyalizme, savaşlara, sömürüye ve hegemonyacılığa karşı mücadele” ara başlığı altında; “Partimizin başlıca uluslararası amacı, savaşsız, sömürüsüz, halkların eşitliğine dayalı yeni ve özgür bir dünya kurulmasıdır. Partimiz, bu amaç doğrultusunda, emperyalizmin halklarımız, Ortadoğu, Kafkasya, Balkan ve tüm dünya halkları üzerindeki egemenlik ve baskı politikalarına; emperyalist askeri, ekonomik ve siyasi anlaşmalara, askeri üslere ve kurumlara karşı mücadeleyi öncelikli görevi olarak kabul eder. (…) Partimiz, Türkiye’nin ABD ve NATO desteğinde Suriye, Irak ve diğer bölge ülkelerine rejim ihracı girişimlerinin ve müdahalelerinin karşısında yer alır,” demiyor muydu?

Ya TİP? Onun vekilleri ise oturuma hiç katılmayıp; sessizce kararı onaylamış oldular.

TİP Programı da “Ülkeyi emperyalizme bağımlı kılan tüm uluslararası kurumlardan çıkılır, ülkenin bağımsızlığını ihlâl eden anlaşmalar iptal edilir; eşitlik, barış savunuculuğu ve halkların kardeşliği ilkelerine dayalı bir dış politika izlenir,” demiyor mu?

Kaldı ki “işçi sınıfı partisi, proleter enternasyonalist” olduğunu vurgulayan Behice Boran’ı ve mücadelesini sahiplenmiyor mu?

Behice Boran’ın kurucuları arasında yer aldığı Barışseverler Cemiyeti 25 Temmuz 1950’de Menderes’in Kore’ye asker gönderme kararına karşı çıkan bir bildiri yayımlamıştı. Birkaç gün sonra dernek kurucuları bu nedenle tutuklandılar ve derneğin faaliyetlerine son verildi. Şubat 1966’da Behice Boran bu sefer TİP milletvekili olarak TBMM kürsüsünde NATO’dan ayrılmak gerektiğini savunuyordu. Altmışlarda daha fazla işitilmeye başlayan bu seda büyük bir kamuoyu tarafından karşılık bulmaya başladı, sosyalistlerin öncülüğüyle pek çok kampanya örgütlendi, 6. Filo’nun denize dökülmesiyle daha da yükselen dalga 1971’e gelindiğinde sıkıyönetimle engellenmeye çalışıyordu. O sıralar idam edilmek istenen Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i kurtarmak için Ünye’deki NATO üssüne baskın veren Mahir Çayan ve arkadaşları ise üç İngiliz askerini rehin almış, 30 Mart 1972’de Kızıldere’de çarpışarak can vermişlerdi. Fakat anti-emperyalist mücadele dinmedi.

Sosyalistler, üzerlerindeki tüm baskılara karşın ilk günden bu yana Türkiye’nin NATO üyeliğine karşı çıkmaya ve anti-emperyalizm davasını gütmeye devam ettiler. Hatta bu ilkesel tutumdan ödün vermemenin uzun bir müddet sosyalist sol içinde tartışmasız bir ortak kesen olduğunu söylemek mümkündür (Anti-emperyalizm her ne kadar bir dönemin fazla revaç bulan boyalı “yeni sol”unda “arkaik” olarak nitelenmişse de böyledir bu). Altmışlardaki çizgiyi anımsatan bir adı alarak anti-emperyalist bir geleneği miras edinen bugünkü TİP de bu ilkesel tutumu benimser. Hatta geçtiğimiz yıl bir konuşmasında Erkan Baş’ın -sosyalist bir vekil olarak- dile getirdiği üzere onlar için de “NATO bir terör örgütüdür. NATO’nun varlığı dünya barışına, dünya halklarına dönük bir tehlikedir ve bugün bu kendisini çok daha açık biçimde göstermektedir”…

Tek bir “ret” dahi çıkmayan oylama yapılırken “sosyalist” olduğu iddiasında olan hiçbir vekil gidip de NATO aleyhinde el kaldırmadı![92]

HDP sözcüsü “Finlandiya’nın haklı güvenlik endişeleri” nedeniyle oylamaya katılmamalarının “dolaylı evet” anlamına geldiğini açıkça itiraf ederken, aynı ittifakta bulunan TİP adına hiçbir açıklama yapılmadı.[93]

Burada durup Cemal Süreya’in, “Hayattan bir şey öğrendiysem o da şudur, herkes her şeyin farkında ve kimse hiçbir şeyi yanlışlıkla yapmadı”; Sümer Atasözü’nün, “Çobanın kaval sesine kanıp yaylaya gittiğini zanneden koyunlar, mezbahaya gittiğini hiçbir zaman öğrenemediler,” saptamalarının altını çizerek ekleyelim:

An, geçmiş ve geleceği birleştirdiği gibi, bölen bir sınırdır da. Bu niteliğinden ötürü Giambattista Vico anı, “Şeytan Geçidi” olarak tanımlamıştır. Sınırı aşabilirseniz, geçmiş ile geleceği, süreklilik içindeki kopuşlar eşliğinde sürdürebilirseniz geleceğinizi inşa edebilirsiniz.

Aksi şimdi için geç(me)mişi tüketerek, geleceği gömmektir! NATO’yu kerhen “onaylayanlar”ın hâli de budur; böyledir!

DİĞERLERİ!

Şu seçim(sizlik) nasıl bir şeydir ki Doğu Perinçek’e bile, “Türk ve Müslümanım. Allahtan başka bir ilah yoktur, Hz. Muhammed onun kuludur ve Resulü’dür. Bu inançta hepimiz birleşiyoruz. Oruç çok tuttum. Bayram namazlarına gençliğimde gittim. Cenaze namazlarına katılırım. Günde 5 vakit namaz kılmadığımı dürüstçe söylüyorum. Ben iyi bir Müslüman olarak vatanına milletine hizmet eden bir insan olarak dinimizin bana yüklediği vecibeleri yerine getirdim. Cumalara gitmiyorum,”[94] dedirtir!

Şu seçim(sizlik) nasıl bir şeydir ki DTK (Demokratik Toplum Kongresi), DBP (Demokratik Bölgeler Partisi), Yeşil Sol Parti, HDP (Halkların Demokratik Partisi), KKP (Kürdistan Komünist Partisi), PİA (İnsan ve Özgürlük Partisi), PSK (Kürdistan Sosyalist Partisi), DDKD (Devrimci Demokrat Kürt Derneği), Azadi Partisi’nin oluşturduğu “Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı”nın “Kürtlerin birliği, Kürtlerin özgürlüğüdür” mesajına[95] ilişkin olarak EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz’e, “Daha Kürdi bir ittifak ve reflekslerde daha oranın ağır bastığı bir talep söz konusu olabilir. Bu HDP’yi de zorlayabilir, HDP’nin içindeki bazı güçler de bunu zorlayabilir,”[96] ifadelerini kullandırabilir?

Ya da Bülent Forta’ya, “Biz Cumhuriyet’in 100’üncü yılında aynı zamanda Cumhuriyet’in bundan sonraki yönelimine karar verecek bir tarihsel seçimle karşı karşıyayız. Bu ülkede ya siyasal İslâmcı rejimi yeneceğiz ve yeni bir cumhuriyete geçişin imkânları buradan doğacak ya da cumhuriyetin bütün kazanımlarını parça parça ortadan kaldıran ve giderek daha siyasal İslâmcı bir Cumhuriyet yıkıcısı olarak kuran yeni bir dönemle yüz yüze kalacağız. Burada esas olan Cumhuriyet’in getirmiş olduğu kazanımlara sahip çıkan ve onları aşma iradesini ortaya koyan bir muhalefet gücünün Cumhuriyet’i yeniden kurmaya imkân tanıyabilecek bir seçim zaferidir”[97]

Veya Merdan Yanardağ’a, “Türkleri milliyetçi ve ulusalcılara, Kürtleri ezilen ulus milliyetçilerine, Sünnîleri İslâmcılara, aydınları liberallere terk ettiğimiz sürece, sosyalist hareket marjinal bir güç olmaktan kolay kolay çıkamaz. Türk deyince eğer aklınıza 1908 Hürriyet Devrimi değil de sadece ‘Ermeni soykırımı’ ya da 1923 devrimi değil de ‘Dersim katliamı’ geliyorsa; Bayrak denilince Gezi Direnişi değil de sadece 12 Eylül ve Kürt sorunu aklınızı kurcalıyorsa solun tecritten çıkıp ayaklarını bu topraklara basması zor görünüyor”…[98]

Sonra “Eskinin izlerini, mücadelesini gören ama hep yeniyi kurmayı hedefleyen bir çağrının parçası olduğunda cumhuriyet daha anlamlı olacaktır. Bu kavgada yalnızız ama kalabalığız. Yalnızız çünkü cumhuriyeti ve devrimleri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin tepesindekiler sahiplenmiyor. Kalabalığız çünkü cumhuriyeti ve devrimleri koruması beklenen birkaç aygıtın ya da kişinin yerini milyonların coşkusu ve iradesi alıyor”… [99]

Ve nihayet Güven Gürkan Öztan’a, “Bu topraklarda cumhuriyet fikrinin filizlenip gelişmesi, Cumhuriyet’in resmi olarak ilânının çok öncesine uzanır. 1923 sonbaharında Cumhuriyet’in ilânı belki pratik bir meseledir ancak II. Meşrutiyet’ten itibaren yapılan tartışmalara bakıldığında halk egemenliğini tesis etme mücadelesinin Osmanlı hanedanının ve dini otoritenin toplum üzerindeki nüfuzunu geriletmekle iç içe geçtiği görülür. Kurtuluş Savaşı esnasında belirli bir olgunluğa ulaşan cumhuriyet fikri, bağımsızlıkla taçlandırılmış yeni bir başlangıç yapma iradesinin sembolü hâline gelmiştir,”[100] dedirtebilir?

“Tarihten aldığımız ders şudur; insanlar tarihten ders almıyorlar,” diyen Georg Wilhelm Friedrich Hegel haksız mı şimdi?!

NE Mİ İSTİYORUZ?

Hükümet(ler)i değil, sistem iktidarını değiştirmek; bunun da “seçim” ile olmayacağını biliyoruz!

Bunun yolu “Üçüncü Yol” denilen şey falan da değil;[101] emek eksenli toplumsallaştırılmış sınıf mücadelesidir!

“Seçim, seçim süreci ve devrimci tutum” başlıklı bildirilerinde, “Saray Rejimi seçimle oluşmamıştır, seçimle gitmeyecektir. Saray Rejimi’ni alaşağı etmenin yolu, toplumsal bir ayaklanmadır. Elbette bu adım adım, an be an örgütlenmelidir,” vurgusuyla cumhurbaşkanlığı seçimlerini boykot çağrısı yapıp, oy pusulası üzerine Gezi direnişçilerinin adının yazılmasını öneren Kaldıraç Hareketi’nin öngördüğü gibi…[102]

Malum “Sınıf savaşımını kabul eden herkesin, en özgür ve en demokratik de olsa, burjuva bir cumhuriyette, ‘özgürlük’ ve ‘eşitlik’in, emtia sahiplerinin eşitlik ve özgürlüğünün, sermayenin eşitlik ve özgürlüğünün dışavurumundan başka bir şey olmayacağını ve hiçbir zaman da olmadığını kabul etmesi gerekir.”[103] “Sınıf savaşımını unutmak demek, emekçilere karşı sermayenin yanına, burjuvazinin yanına geçmek demektir.”[104] “Orta yol yoktur. Deneyim bunu gösterdi.”[105]

Görülmesi, kavranması gerek: “Bugün dünyanın çoğunluğu, on dokuzuncu yüzyıldan önce düşünülmesi mümkün olmayan bir özgürlük uğruna savaşa girmiş durumdadır: sömürüye karşı özgürlük: dünyanın maddi ve manevi ürünlerinden herkesin eşit derece yararlanarak yaşaması özgürlüğü.”[106] “Savaşımızı, belki on, belki yirmi yıl sürebilecek, kusursuz bir disiplin ve enerjiyle yürütülmesi gereken uzun bir çaba olarak düşünmeliyiz.”[107] “Doğal olmayan acıların yaygınlığı, doğal olmadıklarının kabul edilmesi, cesaret kavramını değiştirdi. Yüreklilik artık mutlu bir azınlığın belirli anlardaki özel hakkı olamaz; sürekli direniş içinde bulunan milyonlar adına bir gerekliliktir şimdi.”[108]

Açıkça deklare ediyoruz: İstediğimiz tek şey, sınırları olmayan bir dünyadır.

Bu uğurda vazgeçmemek, yapabilmenin “olmazsa olmazı”dır; Doris Lessing’in, “Her neyi yapmaya niyet ettiyseniz, bunu şimdi yapın! Koşullar daima imkânsızdır”; Jack Kerouac’ın, “Yıldızların arasına ağ örmeye çalışan bir örümcek çılgınlığında, tek bir mumla dünyayı aydınlatmaya kalkanları severim,” uyarısı eşliğinde…

İstediklerimiz konusunda biz(ler)i “topyekûn devrimcilik” ile “suçlayanlar”a yanıtımız da şu:

“Kaba bir Marksistin gözünde burjuva toplumun temelleri o kadar sarsılmaz bir sağlamlıktadır ki, bu temellerin son derece göze çarpan biçimde sarsıldığı anlarda bile yalnızca -normal- duruma dönülmesini diler, burjuva toplumunun bunalımlarını geçici olaylar olarak görür ve böyle zamanlarda bile mücadeleye asla yenilmez kapitalizm karşısında akıl dışı ve sorumsuz bir isyan olarak bakar. Ona göre, barikatlardaki savaşçılar delidir; yenilgiye uğrayan devrim bir hata ve başarıya ulaşan bir devrimde- bir oportünistin gözünde ancak geçici olarak mümkündür- sosyalizmi kurmaya girişenlerse düpedüz canidir.”[109]

Bu çerçevede Marcel Proust’un, “Asıl korkunç olan, hayal edilemeyen şeyler”; Sokrates’ın, “Dürüst bir insan daima çocuk kalır”; Ahmet Telli’nin, “hangi dağ efkarlıysa ordayız,/ perişan edilen her şey bizimdir./ yağmur oluyoruz hangi ırmak kurusa,/ gülüşümüz çocuk,/ adımız eşkıyaya çıkmıştır bizim”; Edip Cansever’in, “Biz aykırıya,/ ayrıntıya,/ ayrıksıya,/ azınlığa tutkunuz”; Behçet Necatigil’in, “Paraya ne çevrilmez,/ biz onun peşindeyiz”; Halil Cibran’ın, “Arkana bakma…/ Kimin geldiği önemli değil,/ kimin gelmediği de,” ifadelerine değer verenlerin safında olmak onuruyla “Dûr bi nure/ Uzak ışıklıdır,” diyor ve ekliyoruz Edip Cansever’in dizelerini:

“İşçilerimiz, yarını kuracak olan işçilerimiz/ Ben görür müyüm bilmem, ama kuracaklar mutlaka/ Coşkuyla çakacaklar her çiviyi, türkülerle dökecekler betonu…”

“İyi de 14 Mayıs seçimlerinde oyumuz kime” mi?

Yanıtımız da Vítězslav Nezval’ın şiirinde:

“Ben oyumu Devrim’den yana kullanıyorum/ (Ben, mutluluğun ölümcül gereksinimini duyanlardanım)/ İnsafsız beyinlere, daha çok zenginlik biriktirenlere/ Ve hayatı yok edenlere karşı.”

18 Nisan 2023, İstanbul.

 

N O T L A R

[1] Zygmunt Bauman.

[2] Hicri İzgören, “Siyasette Zihniyet Değişimi Gerek”, Yeni Yaşam, 9 Mart 2023, s. 9.

[3] Şükran Soner, “Millet Cephesinin Önlenemez Yükselişi”, Cumhuriyet, 11 Mart 2023, s. 9.

[4] Şükran Soner, “Sandıktaki Oyumuz En Değerli Gücümüz!”, Cumhuriyet, 28 Mart 2023, s. 9.

[5] Zafer Arapkirli, “Sol’un Önünü Açma Fırsatı”, Birgün, 31 Mart 2023, s. 7.

[6] Özgür Müftüoğlu, “Değişimin Öznesi Emek ve Özgürlük İttifakı’dır!”, Yeni Yaşam, 11 Mart 2023, s. 4.

[7] Özgür Müftüoğlu, “Yaklaşan Seçimler ve Emek ve Özgürlük İttifakı”, Yeni Yaşam, 4 Mart 2023, s. 8.

[8] Merdan Yanardağ, “Tarihin Çağrısı ve Seçimler”, Birgün, 26 Mart 2023, s. 5.

[9] Veysi Sarısözen, “Reformizmin İki Yönü”, Yeni Yaşam, 10 Mart 2023, s. 10.

[10] Hasan Durkal, “Deprem, Hegemonya ve Restorasyon”, Yeni Yaşam, 7 Mart 2023, s. 9.

[11] Bertolt Brecht, Halkın Ekmeği, çev: Asım Bezirci-A. Kadir, Evrensel Basım Yay., 1997.

[12] İklim Öngel, “Seçimde Paramiliter Tehlike”, Cumhuriyet, 3 Nisan 2023, s. 9.

[13] Tevfik Kızgınkaya, “Prof. Dr. Korkut Boratav ile Söyleşi”, “Atatürkçü Düşün Dergisi, No: 150, Ocak-Şubat-Mart 2023.

[14] Ayşe Düzkan, “hazır mıyız arkadaşlar?”, 3 Nisan 2023… https://yeniyasamgazetesi4.com/hazir-miyiz-arkadaslar/

[15] Ergin Yıldızoğlu, “Seçimler ve Yapışkan Statüko”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2023, s. 9.

[16] Merdan Yanardağ, “Türkiye’nin ve Solun Önünü Açmak”, Birgün, 19 Mart 2023, s. 5.

[17] Naomi Klein, Şok Doktrini-Felaket Kapitalizminin Yükselişi, çev: Selim Özgül, Agora Yay., 2010

[18] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.

[19] V. İ. Lenin, Marx-Engels-Marksizm, çev: Vahap Erdoğdu, Sol Yay., 1976, s. 285-304.

[20] V. İ. Lenin, Tüm Yapıtları, C: 30, 4. Rusça baskısı, Moskova, s. 40.

[21] Rosa Luxemburg, Rus Devrimi, çev: Cangül Örnek, Yazılama Yay., 2009

[22] Gündüz Vassaf, Tarihi Yargılıyorum, İletişim Yay., 2008

[23] Anthony Burgess, Otomatik Portakal, çev: Aziz Üstel, Bilgi Yay., 1973.

[24] V. İ. Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1969, s. 39.

[25] Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, çev: Bayram Doktor, Burhan Yay., 1984.

[26] Sinan Çiftyürek, “2023 Seçimleri ve Kürt Siyaset Stratejisi -1”, 24 Mart 2023… https://rojnameyanewroz3.com/p27851/

[27] “TKH: Kılıçdaroğlu’nun Adaylığı Konusunda Komünistlerin Tutumu Nettir: Değiştirirse Düzeni Sol Değiştirir!”, 12 Mart 2023… https://gazetemanifesto.com/2023/tkh-kilicdaroglunun-adayligi-konusunda-komunistlerin-tutumu-nettir-507466/

[28] Merdan Yanardağ, “Memleketin Namusu ve Sol”, Birgün, 12 Mart 2023, s. 5.

[29] Demir Küçükaydın, Altılı Masa’nın Bize Değil, Bizim Altılı Masa’ya İhtiyacımız Var”, 11 Ocak 2023, https://demirden-kapilar.blogspot.com/

[30] İ. Metin Ayçiçeği, “Değinmeler -2”, 8 Nisan 2023… https://www.avrupademokrat2.com/deginmeler-2-i-metin-aycicek/

[31] Bilge Karasu, Altı Ay Bir Güz, Metis Yay., 2016, s. 16.

[32] İklim Öngel, “Erkan Baş: İlk Turda Birleşelim”, Cumhuriyet, 13 Mart 2023, s. 9.

[33] “TİP, HDP’nin Ortak Liste Önerisine Şerh Koydu”, 12 Mart 2023… https://www.nupel.tv/tip-hdpnin-ortak-liste-onerisine-serh-koydu-kilicdaroglunun-adayliginin-da-desteklenmesi-gerektigini-duyurdu-268293.html

[34] Ş. Can Atalay, “Başkasına Değil, Bay Kemal’e Yenilmek”, Birgün, 19 Mart 2023, s. 10.

[35] “SOL Parti İttifak Kararını Açıkladı”, 24 Mart 2023… https://www.sozcu.com.tr/2023/gundem/sol-parti-ittifak-kararini-acikladi-7631733/

[36] Hayri Kozanoğlu, “6 Mart Çadır Tiyatrosu”, Birgün, 7 Mart 2023, s. 10.

[37] “HKP’den Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adaylığına Destek”, 14 Mart 2023… https://www.sozcu.com.tr/2023/gundem/hkpden-kemal-kilicdaroglunun-adayligina-destek-7620811/

[38] “Mustafa Kemal Atatürk, kendi yurdunda onuruyla yaşamaktan başka çaresi olmayanlarındır.  Mücadele azminizi kaybetmeyin. Devrimi unutmayın. Onu devrimle hatırlayın.” (Türkiye Komünist Partisi (TKP) 10 Kasım Açıklaması, Zülâl Kalkandelen, “Solda Tarihsel Gelişmeler”, Cumhuriyet, 13 Kasım 2022, s. 4).

[39] “TKP Seçim Tavrını Açıkladı: Kemal Kılıçdaroğlu’na Destek Kararı”, 15 Mart 2023… https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/tkp-secim-tavrini-acikladi-kemal-kilicdarogluna-destek-karari-2061180

[40]  “Kemal Okuyan: Oyumuzu Erdoğan’a Karşı Kullanacağız!”, 10 Mart 2023… https://hafizagazetesi.com/oyumuzu-erdogana-karsi-kullanacagiz-kemal-okuyan/

[41] “TKP Seçim Tavrını Açıkladı”, 15 Mart 2023… https://gazeddakibris.com/tkp-secim-tavrini-acikladi-kilicdarogluna-oy-verilmesi-cagrisi-yapildi/

[42] Ogün Akaya, “TKP: Kemal Kılıçdaroğlu’na Oy Vereceğiz”, 9 Nisan 2023… https://www.gazeteduvar.com.tr/tkp-kemal-kilicdarogluna-oy-verecegiz-haber-1612571

[43] Enver Aysever, Soldan Bakış @SoldanBakiss 31 Mart 2023.

[44] “SMF: 14 Mayıs 2023 Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine İlişkin Tavrımız”… https://www.sosyalistmeclisler.net/14-mayis-2023-parlamento-ve-cumhurbaskanligi-secimlerine-iliskin-tavrimiz/

[45] 25 Mart 2023… https://www.dokuz8haber.net/fatih-mehmet-macoglu-kilicdaroglunu-destekleyecegini-acikladi

[46]  “AABK: Oylar, Milletvekilliğinde Emek ve Özgürlük İttifakı’na, Cumhurbaşkanı’nda İse Kılıçdaroğlu’na”, 23 Mart 2023… https://www.avrupademokrat2.com/aabk-oylar-milletvekilliginde-emek-ve-ozgurluk-ittifakina-cumhurbaskaninda-ise-kilicdarogluna/

[47]  “Kürt Seçmen Erdoğan’ı Göndermek İstiyor”, 14 Mart 2023… https://www.dokuz8haber.net/kurt-secmen-erdogani-gondermek-istiyor

[48] Gamze Kolcu, “Sancar: Gelin, İlk Turda Kazanalım”, Cumhuriyet, 1 Eylül 2022, s. 4.

[49] https://www.youtube.com/watch?v=_nyo-d2J4n4

[50] “HDP’li Sırrı Sakık, Sırrı Sakık, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, verdiği sözleri Türkiye toplumuna açıklaması gerektiğini söyledi.” (“Sakık: Kılıçdaroğlu Kapalı Kapılar Ardında Verdiği Sözleri Kamuoyu İle Paylaşmalı”, 6 Nisan 2023… https://www.avrupademokrat2.com/hdpli-sirri-sakik-kilicdaroglu-kapali-kapilar-ardinda-verdigi-sozleri-kamuoyu-ile-paylasmali/).

[51] Veysi Sarısözen, “Yeşil Sol: Üçüncü Yol”, 9 Nisan 2023… https://yeniyasamgazetesi4.com/yesil-sol-ucuncu-yol/

[52] Emre Kongar, “CHP, Hem Atatürkçü Hem de Sosyal Demokrat Bir Partidir 13-1”, Cumhuriyet, 25 Ağustos 2022, s. 2.

[53] Hakan Tahmaz, “Seçime Barış Açısından Bakmak”, 17 Mart 2023… https://www.politikyol.com/secime-baris-acisindan-bakmak/

[54] Ziya Ulusoy, “İktidar Mücadelesi ve Bizim Cephe”, 11 Mart 2023… https://www.avrupademokrat2.com/iktidar-mucadelesi-ve-bizim-cephe-ziya-ulusoy/

[55] “HDP Bileşenlerinden Sosyalist Parti ESP”, 26 Mart 2023… https://www.avrupademokrat2.com/hdp-bilesenlerinden-sosyalist-parti-esp-milletvekilliginde-oyumuz-yesil-sol-partiye-baskanlik-icin-oy-kullanmayin/

[56] Hüseyin Şenol, “Yok Aslında Birbirlerinden Farkı”, 9 Nisan 2023… https://www.avrupademokrat2.com/yok-aslinda-birbirlerinden-farki-huseyin-senol/

[57] “Komün Seçim Tutumunu Açıkladı”, 1 Nisan 2023… https://www.avrupademokrat2.com/komun-secim-tutumunu-acikladi/

[58] “Çözüm Adresi TBMM’dir”, Cumhuriyet, 21 Mart 2023, s. 5.

[59] “İstanbul Hedefi En Az 20 Vekil”, 14 Nisan 2023… https://www.avrupademokrat2.com/istanbul-hedefi-en-az-20-vekil/

[60] “Yeşil Sol Parti’de Hedef Yüzde 20”, 29 Mart 2023… https://www.dokuz8haber.net/yesil-sol-partide-hedef-yuzde-20

[61] Özgür Paksoy, “Yeşil Sol Parti: İkinci Yüzyılı Demokratik Cumhuriyet Yüzyılı Yapacağız”, 30 Mart 2023… https://www.avrupademokrat2.com/yesil-sol-parti-ikinci-yuzyili-demokratik-cumhuriyet-yuzyili-yapacagiz/

[62] Emek ve Özgürlük İttifakı’ndaki ayrı seçim listesi için “Bu siyasi karar, en azından ittifak oluşturulurken ki o heyecanını, o coşkusunu, umudunu karşılamıyor,” (Roni Aram, “Onur Hamzaoğlu: 2015’te AKP’yi Gerileten Sinerji Şansına Bugün de Sahip Olabilirdik”, 6 Nisan 2023… https://www.avrupademokrat2.com/2015te-akpyi-gerileten-sinerji-sansina-bugun-de-sahip-olabilirdik/) diyen YSP’nin İstanbul 2. Bölge 4. sıradan aday gösterdiği Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Yüksek Seçim Kurulu’na kendi bilgisi dışında başvuru yapıldığını ve milletvekili adayı olmadığını açıkladı (“YSP’nin Aday Listesindeydi: Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’ndan Sürpriz Çıkış”, 11 Nisan 2023… https://www.birgun.net/haber/yesil-sol-parti-nin-aday-listesindeydi-prof-dr-onur-hamzaoglu-ndan-surpriz-cikis-428622).

[63] Ali Saim, “İttifaklar Meselesine Devrimci Bakış”, Politika Gazetesi, Yıl: 9, No: 85, 27 Mart 2023, s. 5.

[64] “Bakırhan: Mansur Yavaş aday Olursa Asla Oy Vermeyiz”, Birgün, 26 Kasım 2022, s. 9.

[65] Mustafa Sönmez @mustfsnmz, 7 Nisan 2023.

[66] Temel Demirer @temeldemirer, 10 Nisan 2023.

[67] “Ayhan Bilgen ve Altan Tan’ın İfadeleri”, 23 Mart 2023… https://www.avrupademokrat2.com/ayhan-bilgen-ve-altan-tanin-ifadelerinin-hdplilerin-tutukluluguna-gerekce-olarak-kullanildigi-ortaya-cikti/

[68] V. İ. Lenin, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1977.

[69] Zülal Kalkandelen, “… ‘Yetmez Ama Evetçiler’ Yetti”, Cumhuriyet, 29 Haziran 2022, s. 6.

[70] “Çandar: “HDP’de Sol Kuruluşlar Da Var Ama Biraz Dekorasyon Gibi”, 15 Nisan 2023… https://odakdergisi2.com/cengiz-candar-hdpde-sol-kuruluslar-da-var-ama-biraz-dekorasyon-gibi-partiye-nerden-bakarsaniz-kurt-partisi/

[71] Ceren Bayar, “Çandar: Faşizan Zihniyetli Kesimden Gelen Eleştiriler Umurumda Değil”, 10 Nisan 2023… https://www.gazeteduvar.com.tr/candar-fasizan-zihniyetli-kesimden-gelen-elestiriler-umurumda-degil-haber-1612778#

[72] “Cengiz Çandar:Birlikte Başaracağız…”, 6 Nisan 2023… https://t24.com.tr/haber/cengiz-candar-yesil-ve-sol-parti-nin-milletvekili-adayligi-teklifini-kabul-etti-birlikte-basaracagiz,1102686

[73] Sürur Öztürk @sururozturk 14 Nisan 2023… https://twitter.com/sururozturk/status/1646654806377787393

[74] Temel Demirer @temeldemirer… 12 Nisan 2023… https://twitter.com/temeldemirer/status/1646017860823662592

[75] 14 Nisan 2023… https://www.gazeteduvar.com.tr/hasan-cemal-meclis-acilisinda-frak-giyecegim-ataturkten-gelen-bir-gelenek-haber-1613472

[76] Hasan Cemal, “Hayata Yeni Bir Başlangıç”, 10 Nisan 2023… https://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/hayata-yeni-bir-baslangic,39510

[77] Hasan Cemal, “Dönüm Noktası…”, 17 Şubat 1999… https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/donum-noktasi-5256726

[78] “Hasan Cemal’den Yetmez Ama Evet Savunması”, 18 Nisan 2023… https://odakdergisi2.com/hasan-cemalden-yetmez-ama-evet-savunmasi-darbecilere-karsi-erdoganin-tarafini-tuttum-cunku-adam-iyi-seyler-yapiyordu/

[79] “Bu iki adayın bir başka ortak özelliği de AKP yani Erdoğan tarafında yürütülen çözüm sürecini desteklemiş olmalarıdır. Bugünkü politik süreçte bu iki ismin ön plana çıkartılması, Kürt sorunun çözümünde atılacak adımlara bağlı olarak devletle olan bağları ve uluslararası ilişkilerdeki rolleri ile ilişkili olduğu söyleniyor.” (Mustafa Peköz, “Hasan Cemal’e ve Cengiz Çandar’a Biçilen Rol Nedir?”, 16 Nisan 2023… https://www.dokuz8haber.net/dr-mustafa-pekoz).

[80] 16 Nisan 2023… https://odakdergisi2.com/hdp-icindeki-sola-dekorasyon-diyen-candardan-tepkiler-sonrasi-yeni-aciklama-dekorasyon-guzellestiren-bir-seydir/

[81] “Gültan Kışanak’tan ‘TİP’ Eleştirisi: Ortak Liste De Olmayacaksa Bu Seçim İttifakı Değil”, 3 Nisan 2023… https://serbestgorus.com/2023/04/gultan-kisanaktan-tip-elestirisi-ortak-liste-de-olmayacaksa-bu-secim-ittifaki-degil/

[82] Orhan Bursalı, “Sol İttifaklar Ne Yapar?”, Cumhuriyet, 10 Nisan 2023, s. 6.

[83] Tuluhan Tekelioğlu, “AKP ve MHP’den Bize Gelenler Var”, Cumhuriyet, 5 Nisan 2023, s. 4.

[84] Erkan Baş, 24 Mart 2023 @tipgenelmerkez

[85] “Eski TİP’li Oya Baydar’dan ‘Yeni’ TİP’e Sorular”, 5 Nisan 2023… https://politikahaber.com/eski-tipli-oya-baydardan-yeni-tipe-sorular/

[86] Mahmut Mutman, “Levent Köker: TİP’in Son Seçimi”, 8 Nisan 2023… https://www.avrupademokrat2.com/tipin-son-secimi-mahmut-mutman/

[87] İrfan Aktan, “TİP’in Tercihi ve Açmazları”, 5 Nisan 2023… https://www.avrupademokrat2.com/tipin-tercihi-ve-acmazlari-irfan-aktan

[88] “Erkan Baş: Erdoğan Tahmin Bile Edemeyeceği Kadar Ağır Bir Yenilgi Alacak”, 13 Mart 2023… https://www.dokuz8haber.net/erkan-bas-erdogan-tahmin-bile-edemeyecegi-kadar-agir-bir-yenilgi-alacak

[89] Zülal Kalkandelen, “Sosyalist Soldaki Bölünmüşlük”, Cumhuriyet, 11 Ocak 2023, s. 5.

[90] Ayşe Hür @HurAyse 26 Mart 2023 https://twitter.com/HurAyse/status/1639992912854302723?s=20

[91] “HDP, İlk Kez Bir Askeri Anlaşmaya ‘Hayır’ Demedi”, 31 Mart 2023… https://www.avrupademokrat2.com/hdp-ilk-kez-bir-askeri-anlasmaya-hayir-demedi/

[92] TİP, NATO’nun genişleme politikaları kapsamında Finlandiya’nın üyeliğe kabul edilmesiyle ilgili TBMM’nde yapılan oylamaya katılmaması 68’li devrimciler tarafından protesto edildi. “68’liler olarak en hassas olduğumuz noktadan bakarak NATO’yu ve Amerikan emperyalizmini desteklemek anlamına gelebilecek bu gaflet hâlini şiddetle protesto ediyoruz.” (“68’lilerden TİP’e NATO Uyarısı…”, 15 Nisan 2023… https://www.odatv4.com/guncel/68-lilerden-tip-e-nato-uyarisi-listede-kimler-var-280613).

[93] Yasin Durak, “TİP’in NATO Yanlışı”, Birgün, 5 Nisan 2023, s. 7.

[94] Gazete Pencere, 15 Nisan 2023… https://www.gazetepencere.com/dogu-perincek-oruc-cok-tuttum-5-vakit-namaz-kilmadigimi-durustce-soyluyorum/

[95]  “Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’ndan 7 Maddelik Karar”, Kurdistan24… https://www.kurdistan24.net/tr/story/88018-K%C3%BCrt-%C3%96zg%C3%BCrl%C3%BCk-ve-Demokrasi-%C4%B0ttifak%C4%B1%E2%80%99ndan-7-maddelik-karar

[96] “Akdeniz’den ‘Kürdi İttifak’ Değerlendirmesi: Bizim Açımızdan İyi Olmaz”, 5 Nisan 2023… https://www.dokuz8haber.net/emep-liderinden-kurdi-ittifak-degerlendirmesi-bizim-acimizdan-iyi-olmaz

[97] Mehmet Emin Kurnaz, “Bülent Forta: Yeni Bir Cumhuriyet”, Birgün, 29 Ekim 2022, s. 16.

[98] Merdan Yanardağ, “Solda Türk Kompleksi!”, Birgün, 30 Ekim 2022, s. 5.

[99] Barış İnce, “Artık Cumhuriyet Biziz”, Birgün, 29 Ekim 2022, s. 7.

[100] Güven Gürkan Öztan, “100. Yılına Doğru Cumhuriyet ve Sol”, Birgün, 29 Ekim 2022, s. 5.

[101] “Üçüncü yol, ezilenleri, ötekileri, bürokratik siyasi mekanizmanın barındırmadığı toplumsal grupları örgütleyebilmek; dikey hiyerarşik, otoriter, cinsiyetçi, emek ve doğa karşıtı yapının lağvedilmesi üzerine mutabakata varılarak ortak bir mücadelenin verilmesi, mevcut siyasal sistemin yapı söküme uğratılması demektir. Herhangi bir mücadele ayağının merkezi düsturu oluşturması sakıncalı bir yaklaşım olacağı gibi, mutabakatı bozacak, siyaseti bürokratikleştirecek ve toplumdan kopuk bir hâle getirecektir; bununla beraber yürütülen siyasetin kolektif irade inşasında esnek olması gerekmektedir. Üçüncü yol ne aşırı sağcılarca istismar edilebilecek bir kavram, ne de yabancılaşmış siyasetin devamcısı olabilecek bir düşüncedir; ezilen, ötekileştirilmiş bütün toplumsal kesimlerin ortak mücadelesidir.” (Ilgar Akansel, “Üçüncü Yol Ne Değildir?”, Yeni Yaşam, 6 Mart 2023, s. 11).

[102] Kaldıraç, “Seçim, Seçim Süreci ve Devrimci Tutum”, 5 Nisan 2023… http://kaldirac5.org/secim-secim-sureci-ve-devrimci-tutum/

[103] V. İ. Lenin, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1977.

[104] yage, s. 169.

[105] yage, s. 81.

[106] John Berger, Sanat ve Devrim, çev: Bige Berker, Agora Kitaplığı, 2007, s. 124.

[107] yage, s.126.

[108] yage, 2007, s.124.

[109] György Lukács, Lenin’in Düşüncesi-Devrimin Güncelliği, çev: Ragıp Zarakolu, Belge Yay., 1998.

 

Seçim süreci, sağda birleşme ya da cepheler netleşiyor

14 Mayıs 2023’te, iki seçim birlikte olacak. Biri cumhurbaşkanlığı seçimidir. İkincisi ise parlamento seçimi, yani milletvekilliği seçimidir.

Galiba, ülkemizde, gerçeklere gözünü yummak son derece yaygın bir hâl almıştır. Aslında “gözünü yummak”, elbette gerçeklere gözünü yummak anlamındadır. Gözünü kapatıyorsun ve senin dışında var olan gerçek, sanki yokmuş gibi, her şey “normal”miş gibi, ne hayal edersen o varmış gibi davranıyorsun. Mesela sen ilgilenmiyorsun diye, dünyanın iklim sorunu yokmuş hâline geliyor. Mesela kira ve konut sorunu, senin kapına gelip de evsiz kalana kadar seni şaşırtmıyor. Bu hâl, yaygınlaşmakla kalmıyor, aynı zamanda “aydın” olarak kendini isimlendirmekte rahat olanları da sarıp sarmalıyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimini ele alalım. Hani iki seçim birlikte oluyor ya, bunlardan ilkini ele alalım.

Birincisi, adına cumhurbaşkanlığı dense de, ortada öyle bir sistem yoktur. 2017’de, geçmişi Suriye savaşına; geçmişi kayyum politikalarına; geçmişi Gezi’ye; geçmişi 2015’te seçimleri AK Parti’nin kaybetmesine; geçmişi 2014’te Ukrayna’da darbe yapılmasına; geçmişi Suriye sahasında IŞİD çetelerinin katliamlar gerçekleştirmelerine kadar uzanan rejim değişikliği ortaya çıkmıştır. Saray Rejimi, böylece şekillenmiştir.

Demek ki, Saray Rejimi, uluslararası ve ulusal gelişmelerin içinde, onlara bağlı olarak TC devletinin olağanüstü örgütlenmesidir. Tam da bu nedenle “tek adam diktatörlüğü”, “sultanizm” vb. tam olarak gerçeği yansıtmaz. Evet bazı açılardan bu benzetmeler-adlandırmalar yapılabilir ama aslında esas meseleyi, neyi yıkmak gerektiğini gölgede bırakır.

Her zaman tanımlamalar, gerçeğin, şeyin sadece bir kısmını ifade edecek şekilde yapıldığında, eksik olurlar. Şeyin, gerçek karakterini ortaya koyacak tanımlamalar bu nedenle önemli bulunmalıdır. Hem olayları hem de süreçleri temel alan tanımlamalar, daha başarılı olurlar. Bu nedenle, Saray Rejimi ile, “tek adam diktatörlüğü” ya da “sultanizm” arasında epeyce farklılıklar var.

Saray Rejimi, gerçekte, ABD-AB hattında pişirildiği için, “Türk usulü başkanlık sistemi” gibi de pazarlandı. Kıvrak boyunlu, kıt zekâlı Burhan Kuzu’nun (var olan aklı da Bakırköy sahilindeki, üzerinde Kuzu yazan binalarda olduğundan onu da kullanamamıştır rahmetli) hukukî şaheseri değildir cumhurbaşkanlığı sistemi. Hayır, aslında efendilerin, sömürge bir ülkede, hiçbir yasayı önemsemez durumda olmalarının eseridir bu şaheser. Yoksa Erdoğan’ın “liyakatli” danışmanı Mehmet Uçum’un eseri değildir bu. Ya da bu eser, Saray’ın ekonomik, siyasal, hukukî danışmalarının eseri de değildir. Erdoğan’ın eseri, zerre kadar değildir.

Efendiler, ABD, o kadar saldırgan hâldedir ki, onun için, TC devletine “uygun” bir başkan bulmak için bir çaba harcamak bile zaman kaybı olmuştur.

Ülkenin, 2003’ten beri başbakanı ve cumhurbaşkanı olan Erdoğan, aslında seçilme yeterliliklerine yasal olarak sahip değildir ve bu nedenle, 20 yıldır ülkede alınan hiçbir karar, hiçbir uygulama “yasal” değildir.

Dahası, Cumhurbaşkanı, meşru değildir.

Ülkenin egemenleri, buna gözlerini yumunca, bu gerçeklik değişecek mi? Değişmez elbette. Muhalefet denilen, CHP ve onunla birlikte sağa yıkılmış sol, bu gerçeği dile getirmekte bile tereddütlüdür. Hiçbiri, cumhurbaşkanının, seçimlerin meşru olmadığını, 2015 seçimlerinin, 2017’nin ve 2018’in meşru olmadığını ortaya koymuyor. Oysa Saray, 2017’den bu yana, Erdoğan ilk cumhurbaşkanıdır, öncesi sayılmaz diyor ve bu hiçbir yerde yazılı bir kanuna dayanmıyor. Şimdi, Erdoğan gidiyor, diyorlar ve sevinç duyuyorlar. İyi ama adam zaten aday bile olamaz ki! Dahası var; ister misiniz, şimdi Erdoğan kalkıp, bunların hepsine, “devlet adamlarına”, “20 yıldır başbakan ve cumhurbaşkanıyım, altına imza attığım kararların hepsi geçersizdir ve kendimi ifşa edeceğim” desin. İşte o zaman seyreyle filmi. Kılıçdaroğlu, hemen böyle bir söz Erdoğan’dan gelse, şöyle der herhâlde: Aman yapma, kurbanın olayım, devletimiz rezil olur, NATO’ya da sığmaz bu.

Bu nedenle, 2023 seçimlerine girerken, cumhurbaşkanının seçilme koşulu değiştirilmiştir. Şimdi, egemenler, içinde CHP de, İYİ Parti de dâhil, hep birlikte “önce Erdoğan seçilsin, yasal olarak cumhurbaşkanı olsun, bu arada sara hastalığı da saklansın, böylece devletimizi kurtaralım” peşinde olmasınlar?

Öyle ya, gerçek, siz gözlerinizi yumsanız da varlığını korumaya devam eder.

Şimdi, cumhurbaşkanlığı seçimi denilince, neyi seçiyoruz?

Sorudur, küçümsemeyin lütfen.

Mesela yeni “tek kişi”yi mi seçiyoruz?

Mesela yeni “sultan”ı mı seçiyoruz?

İşte bu sorulara düzgünce cevap vermeye çalışan her solcu (devrimci demiyorum) ya da mürekkep yalamış birisi, neden Saray Rejimi tanımlamasının önemli olduğunu anlayacaktır.

Örneğin, hükümeti seçmiyoruz. Bu böyle bilinmelidir. Hükümet, aslında seçilen “başkanımsı” cumhurbaşkanıdır. Yani öyle “hükümet istifa” sloganı işe yaramaz. Çünkü hükümet yok. “Bakan istifa” da denilemez, ancak “bakan kendi affını iste” denilebilir. Öyle ise, eğer mutlaka “istifa” talep edilecekse, “Erdoğan istifa” denilmelidir.

Erdoğan, eski, yani mevcut bakanlarını milletvekili olmaları için aday olarak koydu. Elbette yorumları duyuyoruz, “onlara milletvekili dokunulmazlığı verecek.” Acaba? Belki de yeni bakanlarımız, var olanlar gibi, belki de çok daha önemsiz olacaklardır. Simgesel isimler olma ihtimalleri daha da yüksektir. HÜDA PAR, belki de bir bakanlığa taliptir. Ya tarikatlar?

Erdoğan, yeniden cumhurbaşkanı adayı bile olamazken, onun adaylığına onay veren muhalefet, istediği kadar YSK’yı suçlayabilir. Ama gerçekte o izni, gizli onayları ile muhalif olanlar vermiştir. Mesela İBB, neden Erdoğan’ın diplomasını açıklamaz; öyle ya onların kayıtlarında arşivlenmiş olmalıdır. Mesela Karamollaoğlu, neden kalkıp da Akıncı Gençlik eski başkanının ölümü olayını açıklamaz?

Diğer adaylar da var. Kılıçdaroğlu, İnce, Oğan. Bu dört adayın içinde İnce, daha önce Erdoğan’a karşı kazanmıştı. Kazandı ve bilinmez ne kadar akçeye, dolara, “adam kazandı” açıklaması yapmıştır. Hiç utanması yoktur. Şimdi, Erdoğan için adaydır. Muhtemelen, Kılıçdaroğlu’nun oylarından çalınan oyların büyük bölümü İnce’ye gidecektir. Yapılan anket çalışmalarında İnce’nin yüzde 10 gibi gösterilmesi, bunun hazırlığıdır.

Mesela CHP, neden İnce’nin ne kadar para aldığını açıklamaz? Kılıçdaroğlu, bu konulara neden girmez? Yoksa bu konuda “devlet” ona bilgi vermiyor mu? O hâlde Akşener açıklasın, ne de olsa daha çok bilgi sahibi olabilir.

Demek ki, Erdoğan’ın adaylığını, hepsi birlikte kabul etmiş, onaylamıştır.

Seçeceğimiz ise cumhurbaşkanı değildir, Saray Rejimi’nin yeni “gözdesi”dir.

İkinci oylarla, milletvekilliği seçilecek, parlamento oluşturulacaktır.

Gerçekte parlamento, Saray Rejimi ile birlikte bitmiştir, işlevsizdir. Kendi bütçesini bile yapamayan bir yapıdır ve doğrusu işlevi, Saray Rejimi’ni örtmektir.

Şimdi, milletvekilliği de dâhil bu parlamentarizm, solun üzerinde neden bu kadar etkilidir? Sanki parlamentoda milletvekili olanların milletvekilliği engellenemiyor mu? Dokunulmazlıklar meselesi ya da kayyum meselesi unutuldu mu?

Öyle ise, bu seçim, her iki düzeyde de göstermeliktir.

Parlamento bitirilmiş, siyasi partiler tabela partilerine ya da çete organizasyonlarına dönüşmüştür. Öyle anlaşılıyor, HÜDA PAR, Kürt illerinde, BBP ve MHP ise Batı’da, paramiliter görevler almak üzere, İslamcı çetelerle iç içe, MİT’le, emniyetle, ordu ile iç içe çalışacaktır.

Eğer seçim yapılacaksa, sadece ve sadece, sisteme yeni bir “meşruluk” kazandırabilmek için yapılacaktır.

Seçimlerin daha şimdiden ortaya çıkmış sonuçları vardır:

Birincisi; sol, büyük parçalar hâlinde sağa doğru kaymaktadır.

1973 ve 1977’de Ecevit’in arkasına takılmış olan sol, hiç değilse, Ecevit’in ağzından “sol” içerikli sözler dökülmesine neden oluyordu. Oysa şimdi, durum çok daha vahimdir. Sol, olduğu gibi, sisteme eklemlenmeye yelken açmıştır. Solun CHP’nin arkasına takılması, CHP’nin sola eğilim göstermesi şeklinde gerçekleşmemiştir. CHP, kendi içindeki sol eğilimli kadroları temizlerken, CHP dışındaki yasal sol partiler, olduğu gibi CHP’nin kuyruğuna takılmıştır. CHP’den duyduğumuz şey, “iyi” olmak, “birleştirmek”, “ayrıştırıcı olmamak”, “helâllik almak” vb.dir. Bunun ötesinde bir şey yoktur. Sol, bu “vaatlerin” arkasına kilitlenmiş, kendi varlığını bitirmeye yönelmiştir. CHP, tüm ekonomik ve siyasal, savaş ve iç savaş kararlarına uygun adımlar atmaktadır. Erdoğan’ın sinsi ve azarlayan yüzü yerine, Kılıçdaroğlu’nun “şefkatli” yüzü herkese iyi görünmektedir. Oysa politikaları açısından bir farklılık yoktur, temel meselelerde yoktur.

Tezleri şudur: Önce Erdoğan gitmelidir. İyi ama, Erdoğan bir simgedir, esas olan Saray Rejimi, yani devlettir. Ayrıca Erdoğan, bir açıdan bitmiştir.

İkincisi; tüm sistemin, AK Partileşmesi sürecidir. Seçim daha şimdiden, seçim olmadan bunu sağlamıştır. Yeni parlamentoda, AK Parti+CHP isimli AK Parti, İYİ Parti isimli AK Parti göreceğiz. Gerçekte, Saray Rejimi, parlamentoyu yok etmiştir. Buna bağlı olarak AK Parti de dâhil tüm partileri yok etmiştir. Ortada, sistemin tek bir partisi vardır, devlet partisidir bunlar.

Seçimlerin sonuçları, eğer seçimler olacaksa, büyük ölçüde bellidir. NATO, bu sonuçları bilmektedir. Kazanacak noktalardaki adaylar, olduğu gibi sağdır ve gericilikleri tescillidir. Bu durum CHP için de böyledir.

Sol ise, gerçek anlamda, toplumsal muhalefeti, yani sokaktaki muhalefeti, işçi sınıfını, kadınları, gençleri temsil edecek muhalefet olmayı reddetmektedir.

Bu politika, devletin, sistemi restore etme politikasıdır. Bu politika, Saray Rejimi’ni restore etme politikasıdır.

Hiçbir zaman kendi yasalarını tanımayan bir sistemin, bugün, “yasalara” uyacağı konusundaki “saflık”, gerçekliğe gözünü yummaktır. Yum gözlerini ey korkak, göreceksin, gözlerin kapalı kaldıkça, hiç acı duymayacaksın. Ama ne yazık, gözlerini açtığında, daha kötüsünü göreceksin.

CHP, sistemin ana partilerinden biridir ve pek çok konuda en sağ tezleri ortaya sürmektedir. Muhalif olduğu konular, bir ceviz kabuğunu doldurmayacak, eften püften konulardır. Ciddi her konuda, mesela savaş politikaları konusunda vb. tam olarak Saray’ı desteklemektedir. Milletvekili adaylarına bakınca bunu görmek çok zor olmasa gerek. Bu milletvekillerinin, varsa parlamentonun bir rolü, bu rol konusunda çok “NATO’cu” davranacaklarına ne şüphe.

Milletvekilleri adaylarına bakıldığında, büyük ölçüde seçimin yapılmış olduğu ortaya çıkmaktadır. Yani, sandıktan çıkacak olanlar, zaten seçilmiştir. Demek ki, seçim demek, halkın seçmesi demek değildir, tersine, seçilmişleri halk seçmiş gibi yapabilmektir.

Mesele Saray Rejimi’nin bizzat kendisidir. Saray Rejimi, yağma, rant ve savaş ekonomisi üzerine oturmaktadır. Bu seçimler sonuçları ne olursa olsun, yağmanın, rantın ve savaş ekonomisinin bitişinin işaretlerini vermeyecektir. Bu olanaklı değildir. Tüm düzen partileri, hepsi tek partidir, savaş politikaları konusunda hemfikirdirler. Üstelik bu yeni de değildir.

Üstelik şimdi, eğer seçim olursa, Saray bir kere daha parlamento aracılığı ile meşruluk kazanacaktır.

Bazı “ileri gelen”lerin, seçim sonrasında, halkı bir kere daha suçlayacakları, “bu halktan bir şey olmaz” denileceğini duymuş gibi olduk. “Bu halk, ancak buna müstahaktır.” İşte size savunuları, söylemleri. Oysa seçimlerde halk bunları 2015’ten bu yana hiç seçmiyor. “Adam seçildi” deniyor, “atı alan Üsküdar’ı geçti” deniyor ve sonuçta suçlu olan halk oluyor. Ne müthiş bir “yağ gibi hep üstte kalmak”, ne müthiş bir kendini hep haklı çıkartmak!

Oysa esas problemin, sokaktaki, sahadaki gerçek toplumsal muhalefeti temel almamak olduğunu bugünden kaydetmek gerekir. Sol, işçi sınıfını, Gezi’den bu yana sürmekte olan direnişi esas almamaktadır. Onun yerine, parlamento üzerine aşırı önem yüklenmiş hesaplar yapılmakta, parlamentarizm göklere çıkarılmaktadır.

Seçimler olursa, varsayalım olursa ve seçimi “atı alan Üsküdar’ı geçti” vurgusu ile yeniden çalarlarsa, muhalefet bu ihtimale karşı, neden halkı YSK önlerinde toplanmaya, ilçe ve il YSK önlerini kuşatmaya çağırmıyor? Yoksa, derinlerden kendilerine, seçim ikinci tura kalacak mesajları mı gelmiştir? Kitlelere “evde kalın, sokağa çıkmayın” diye nasihatler verenler, şimdi de uykuya dalmalarını mı isteyecektir? YSK’ya güvenmiyoruz diyenler, Erdoğan’ın adaylığı onaylanınca YSK önüne mi yürüdüler? Şimdi, daha bugünden kitleleri YSK önlerine toplanmaya çağırmamalarının nedeni nedir?

Kapitalist dünyada bir bütün olarak parlamentarizm önemini kaybederken, bir kere daha “önemli imiş” gibi davranılması, affedilemez bir hatadır. Parlamentarizm ölmüş iken, kör ölür badem gözlü olur hesabı, sol, parlamentarizme sarılmaktadır. Oysa esas olan direniş hattıdır. Bu direniş hattına gözlerini kapamak, onun yok olması anlamına gelmez, gelmeyecektir.

Kılıçdaroğlu’nun arkasında birleşmek, aslında solu, devrimci cepheyi terk etmek demektir. Bunun anlamı budur. Bu “sağda birleşmek”tir.

Bu da, dünyada süren savaş politikalarına, yaşanan savaş süreçlerine son derece uygundur.

Parlamentoda, NATO’nun genişlemesi oylanırken, sol adına bir tek ses çıkmamış, bir tek söz söylenmemiş, o kürsü kullanılmamıştır. Bu hafife alınacak bir tutum değildir. Önemli olan NATO’nun genişlemesine karşı çıkıldığında bunun önlenebilir olup olmaması değildir. Bu tutumun alınmamış olması, gerçekte, ciddi hiçbir konuda Saray Rejimi’ne karşı durmamak demektir. Bu durum, CHP’nin kuyruğuna takılmanın, seçimlere tutku ile bağlanıp birçok şeyi unutmanın kanıtıdır. Bir emperyalist savaş örgütü olan, bu durumu tescilli olan NATO’nun genişlemesi konusunda karşı tutum açıklamamak, körlüktür.

Emperyalist güçler arasındaki savaş, Rusya ve Çin’e karşı, onları sömürge hâline getirme savaşına dönüşmüştür. Bu nispeten yenidir. Ama emperyalistler arasında dünyanın yeniden paylaşılması savaşımı, daha önceden de, ağırlıklı olarak bölgemizde sıcak biçimler almaktaydı. Bugün de savaş, esas olarak bölgemizde yoğunlaşmaktadır ve bu savaşın komutası ABD-NATO güçlerinin elindedir.

Savaş genişledikçe, savaş derinlik kazandıkça, ABD-AB ve NATO savaş politikalarına tam gaz yüklendikçe, bölgemizin ve ülkemizin bundan etkilenmemesi mümkün değildir.

Ve savaşın derinleşmesi, ABD’nin ya bendensin ya da karşı cepheden tutumu geliştikçe, cepheler de netleşmektedir.

Cepheler, hem uluslararası alanda hem de ülkemizde netleşmektedir.

Her adımda, arada imiş gibi görünen güçler, kendi saflarını seçmektedir. Emperyalist savaş politikalarına destek vermek, bu savaşta, kendi ülkendeki burjuvaziye silahını çevirmemek, bu netleşmenin dinamiklerinden biridir.

Ülkemizde sınıf savaşımı da keskinleşecektir, keskinleşmektedir. Direniş, inişli çıkışlı bir yol izlese de gelişmektedir ve genişleyecektir. Bu sınıf savaşımında, bu direniş sürecinde, açıkça işçi sınıfının cephesinde yer almamanın, solcu olmakla ilgisi yoktur.

Bu nedenle, solun hızla sağa doğru yatması, CHP kuyruğuna takılması, cephelerin netleşmesi sürecinin de bir parçasıdır.

Yeni tarzda bir milliyetçilik, bir şovenizm hortlatılmak istenecektir. Savaş politikaları bunun temelidir. Ve bu durumda, devrimci sosyalizm, açık ve net olarak kendi yolunu, direnişten, topyekûn direnişten, işçi sınıfının davasına bağlılıktan yana koyarak yol alabilir.

Sağda birleşme, işçi sınıfı ve emekçiler için, Birleşik Emek Cephesi’ni çok daha yakıcı hâle getirmektedir. Bu savsaklanamaz bir görevdir.

Sol hareket, bu seçimlerde, kendi bağımsız adayları ile hareket edebilme olanağını kaybederek, sisteme karşı radikal eleştirilerini kitlelere ulaştırma olanaklarını da reddetmiştir.

Ama bu görev, koşullar ne denli zor ve olanaklar ne denli zayıf olursa olsun, devrimci sosyalistlerin görevidir. Bundan geri durmamak gerekir.

Kitlelerin, işçilerin, kadınların, gençlerin direnişine, kitlesel eylemlerine ara vermemek gerekir.

Bunun için, önümüzdeki süreç çok kıymetli bir süreçtir.

1 Mayıs 2023’ün, (a) kitlesel bir 1 Mayıs olması, (b) işçi sınıfının gerçek taleplerinin yankılandığı, liberal ve devletçi söylemlerin değil, devrimci şiarların yankılandığı bir 1 Mayıs olması için gerekli her şey yapılmalıdır.

Ağır ekonomik kriz, ülkede süren iç savaş, çevremizi saran savaş politikalarına karşı; işçi sınıfı, kadınlar ve gençler, 1 Mayıs’ı tüm bu sürece karşı bir dalgakıran olarak örgütlemelidir. Tüm devrimcilerin görevi budur. Devrimci gruplar, ayrımsız ortak hareket edebilme yollarını bulmalıdır. Sağda birleşme değil, solda, devrimci cephede birleşme yolu buradan geçmektedir. Birleşik Emek Cephesi, bugün büyük öneme sahiptir.

Cephelerin netleşmesi sürecidir bu.

Devrimci sosyalistler, bu sağa kayış dalgasına karşı, işçi sınıfının devrimci yolunda yürümekte ısrarcı olacaktır, bunda kuşku yoktur.

Cepheler netleşiyor. Bunda bir sakınca da yoktur. Her zaman, mücadele çetinleştikçe, mücadele açık biçimler aldıkça cephelerin netleşmesi kaçınılmazdır. Bizim sorunumuz, bu cepheler netleşirken, işçi sınıfı ve kitleleri, devrimci saflarda tutabilmek, onları devrimin bayrağı altında, kendi gerçek yerlerinde örgütlü hâle getirmek ve savaşa bu cepheden girmelerini sağlamaktır.

Devrim, azınlıkta olanların eylemi olarak başlar. Devrim ve sosyalizm için yola çıkanlar, yalnız kalırız endişesi ile, yollarını çatallaştırmazlar. Ancak devrimci yürüyüşün  kitleselleşmesi, işçi sınıfının bilincinde devrimci bir sıçramanın gerçekleşmesi, işçi sınıfının ve kitlelerin devrimcileşmesi, bu yolla sağlanabilir.

Bu, işçi sınıfının büyük davasıdır. Bu dava bugün, insan olmanın ölçüsü hâline gelmiştir. İnsan olabilmek, kapitalist sisteme, emperyalist boyunduruğa, sömürünün ve aşağılanmanın her biçimine karşı direnmekten geçmektedir.

Bu, zor ve engellerle dolu bir yoldur. Egemen bu yolu tıkamak için her türlü araçla saldıracaktır. Bunu dünya devrimci hareketinin tüm deneyimleri göstermektedir. Bir yol doğru ise, zorlukları aşmak bir bilinç ve irade meselesidir. Zor olduğu için yolundan sapanların zafere ulaştığı hiçbir zaman görülmemiştir.

Sudan’daki son gelişmelere ilişkin Merkez Komite açıklaması – 15 Nisan 2023

Sudan Halkına Bir Açıklama

Güvenlik Komitesi generalleri ve güçleri arasındaki yoğun ve şiddetli askeri çatışma, halk kitlelerimizi karşı devrimci güçlerin hırslarının tehlikesine ve pervasızlığına ve daha fazla kan dökülmesine maruz bırakmaktadır.

Bu çatışma, Nisan 2019’da devrimin başlangıcından bu yana ülkenin liderliğini ve yönetimini üstlenen askeri ve sivil güçlerin sapmasının bir sonucudur.

Devam eden şiddet ve karşı şiddetin mağdurları, Devrimin devamı ve tam demokratik sivil iktidara ulaşılması için mücadele eden halktır. Normal hayata dönüşün yolu, derhal ve kapsamlı bir ateşkesle, orduların ve milislerin şehirlerden ve köylerden ayrılmasıyla ve şehirlerde ve kırsal alanlarda vatandaşların bir araya geldiği yerlerden uzak tutulmasıyla başlar.

Şu anda yaşananlar, bazı yabancı güçler tarafından teşvik edilen ve bu yabancı güçlere bağlı silahlı gruplar tarafından yürütülen iktidar ve ülkenin zenginliği üzerindeki mücadelenin devamıdır. Bu kanlı çatışmalar ve bunların devamı, Partimizin uyarıda bulunduğu konudur ve vatandaşlar arasında kafa karışıklığı ve korku yaymaktadır.

Bu bağlamda Komünist Parti, tüm milislerin dağıtılmasını, şehirlerde ve kırsal alanlarda konuşlandırılan silahların toplanmasını ve birleşik bir profesyonel ulusal ordunun yeniden inşasını hızlandırmanın gerekli olduğunu düşünmektedir.

Sudan Komünist Partisi, derhal ateşkes talep etmek, orduların ve milislerin şehirlerden çıkmasını sağlamak ve ülkeyi generaller arasındaki kanlı çatışmalardan kurtarmak için birlik çağrısında bulunur.

Halkımızın, tüm yurtsever güçlerin, Radikal Değişim Güçlerinin ve Direniş Komitelerinin Devrimin hedeflerini desteklemek ve barış, güvenlik ve istikrarı yeniden tesis etmek üzere birleşmesi acil bir görevdir. Mevcut krizi sona erdirmenin, Devrimi geri kazanmanın ve halkın iktidarını kurmanın tek temeli budur.

Özgürlük, Barış, Adalet ve Sivil Devlet Halkın Tercihidir

Bu bağlamda Komünist Parti halkımızı mahalleleri ve yerleşim alanlarını korumaya çağırmaktadır.

Sudan Komünist Partisi ayrıca dünya halklarını, demokratik ve komünist güçleri Sudan halkının mücadelesiyle dayanışma bayraklarını yükseltmeye ve şanlı Aralık Devrimi’ne düşman güçleri dizginlemeye çağırır.

Merkez Komite
Sudan Komünist Partisi

15 Nisan 2023

___________

* Parti’nin 15 Nisan 2023 tarihli Merkez Komite toplantısı tarafından yayınlanmıştır.

Statement of the Central Committee on the latest developments in Sudan

A Statement to the Sudanese People

The intense violent military clash between the generals of the Security Committee and their forces is exposing the masses of our people to danger and recklessness of the counter-revolutionary forces’ ambitions and to more bloodshed.

This clash is a result of the deviation of the military and civil forces that assumed the leadership and rule of the country since the beginning of the revolution in April 2019.

The victims of the continuing violence and counter-violence are the people who have been striving for the continuation of the Revolution and achieving full democratic civil power. The way back to normal life begins with an immediate and comprehensive ceasefire, the departure of armies and militias from the cities and villages, and keeping them far from citizens’ gatherings in towns and rural areas.

What is happening now is a continuation of the struggle over power and the country’s wealth, encouraged by some foreign powers, and being carried out by armed groups subservient to these foreign powers. These bloody clashes and their continuation is what our Party has been warning about, and they are spreading confusion and fear among citizens.

In this context, the Communist Party considers it necessary to expedite the dissolution of all militias, collecting the weapons deployed in cities and rural areas, and rebuilding a unified professional national army.

The Sudanese Communist Party calls for unity to demand an immediate ceasefire, the exit of armies and militias from cities, and to save the country from the bloody infighting among the generals.

The unity of our people, all the patriotic forces, the Forces for Radical Change and the Resistance Committees in support of the goals of the Revolution and restoring peace, security and stability is an urgent task. It is the only basis to end the current crisis, reclaim the Revolution and establish the power of the people.

Freedom, Peace, Justice and Civil State is the Choice of the People

In this context, the Communist Party calls upon our people to protect the neighbourhoods and residential areas.

The Sudanese Communist Party also calls upon the peoples of the world and the democratic and Communist forces to raise the banners of solidarity with the struggle of the Sudanese people and to restrain the forces hostile to the glorious December Revolution.

Central Committee
Sudanese Communist Party

15 April 2023

___________

* Issued by the Party’s Central Committee meeting held on 15 April 2023.

Yıkalım bu köhne düzeni, biz başka âlem isteriz!

Çoğumuzun ortalama ücretine dönüşen ve açlık sınırının altındaki asgarî ücretle bir ev bile kiralayamıyoruz. Kırmızı eti unuttuk, kilosu 350 lira. Rüzgâr çıksa kapanan okullarda çocuklarımıza eğitim dışında her şey veriliyor. Bırakın çocuklarımızın geleceğini, bir ay sonra bizi nasıl bir gelecek bekliyor ona dair bile en ufak bir fikrimiz yok. Faturalar, beslenme vs. kredi kartlarının limitleri daha maaşlarımızı alır almaz doluyor. Bilim insanlarını geçtik AFAD’ın bile olacağını önceden söylediği, göstermelik tatbikatlarının yapıldığı depremde binlercemiz enkazın altındayken yaptıkları tek şey selâmızı okumak oldu. Ve biz bunları yaşarken Saray’ı da Saray’ın muhalefeti de seçimlerde her şeyin düzeleceği hayalini satıyor.

Gerçeği gizlemenin bir yolu olarak bizden hep bir sonraki bitiş çizgisine kadar hayatta kalmamız istenmektedir. “Şu krizi bir atlatalım ondan sonra”, “pandemi bir bitsin öyle”, “terör ortadan kalkınca”, “ekonomimiz bir şahlansın da”, “önce şu bir gitsin de”, “seçimleri bir atlatalım da”…

Son 41 yıldır asgarî ücret hiç açlık sınırının üstüne çıkmadı örneğin, kadınların sokak ortasında öldürülmediği tek bir yıl olmadı, öğrencilerin özgür bilimsel eğitim istedi diye okuldan uzaklaştırılmadığı tek bir eğitim-öğretim dönemi olmadı, halkların inancı ve kimliği yüzünden öldürülmediği tek bir nesli yok, şirketlerin vergi kaçırmadığı, doğanın sermayeye peşkeş çekilmediği, işçilerin sendikalaştıkları için işten atılmadıkları, yağma-rant ve savaşın sürmediği tek bir gün yok.

Tüm bunların sebebi en temel gerçeğin saklanmaya çalışılmasıdır. Yaşanan sınıf savaşıdır ve yalnızca iki sınıfın çıkarları bu hayatı belirliyor. Bir tarafta biz işçiler, emekçiler emeğiyle, alınteriyle yaşayan milyonlar, diğer tarafta bizim ürettiklerimizle zenginliğine zenginlik katan bir avuç asalak.

Elbette biz, milyonlarcamız yaşadıklarımızı değiştirmek istiyoruz, onlar da bu açlık, ölüm düzenini yönetmeye devam etmek istiyor. Bunun için de bizlere seçimleri bir çıkış yoluymuş gibi gösteriyorlar.

Gerçeği görebilmek bir güç olmanın ilk adımıdır.

Peki nedir gerçekler;

– Türkiye’de seçimler, ABD’nin savaş politikasına bağlıdır. Saray Rejimi, ABD uzantısıdır ve savaş politikalarına uygun olarak adım atmaktadır. ABD, Ortadoğu da dâhil dünyada sürekli savaşları tırmandırarak, hegemonyasını sürdürmeye, kayıplarını önlemeye, rakiplerini kendi kontrolüne almaya çalışıyor. ABD, Ukrayna’da da, Suriye’de de, Türkiye’de de çetelerle savaşı büyütmektedir. Bu seçimler IŞİD gibi, Nusra gibi çeteleri kimin yöneteceğinin seçimidir. “İki füze atıp” savaşı genişletmeye de “milli mesele” yalanıyla Libya’sından Afganistan’ına dört yanda ABD tetikçiliğine de bugüne kadar itiraz eden olmamıştır. 14 Mayıs’ta seçimin olup olmayacağı ya da olduğu koşullarda kimin seçileceği bu savaş denkleminin içindedir. Biz bu tescilli katillerin, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin kararlarını reddetmeliyiz.

– Erdoğan’ın adaylığı ne yasaldır ne meşrudur ama bu Saray’ın muhalefeti tarafından kabul edilmiştir. Erdoğan, 2028’de aday olmak için seçim zamanını normal zamanından bir ay önceye, Nisan 2028’e alırsa, dönemini tamamlamamış olduğu için, yeniden aday olarak kabul edilecek mi? Bugün ediliyorsa, o gün de edilmemesinin önünde ne engel vardır?

– İşçi ve emekçilerin, halkın bu seçimlerde adayı yoktur. Erdoğan 2015’te de kaybetmişti. 2017’de de kaybetti. 2018’de de kaybetti. Kaybettiği her seçimi de çalmasını bildi. Marifet, onun çalmayı bilmesinde, hırsızlıktaki başarısında değil, esas marifet, onu meşru gören ve gösteren “burjuva muhalefet”tedir. Kılıçdaroğlu, Saray Rejimi’ne karşı bir alternatif değildir. Ekmeleddin vakasını biz yaratmadık. Muharrem İnce vakasının planlayıcısı bizler değiliz. Muharrem İnce, gerçekte seçimi kazanmıştı ve kazanılmış seçimi satmıştır. Ve bunun karşılığında, yüklüce para aldığı da bilinmektedir. Kılıçdaroğlu bu süreçten habersiz midir? Erdoğan’ın gitmesi için duyulan haklı istek, halka bir umut olarak sunulan Kılıçdaroğlu’na bütün bu gerçeklere rağmen koşulsuz güvenme noktasına gelmiştir.

– Bizleri kurtaracak olan kendi kollarımızdır. Hepsi ama hepsi halklara düşman, hepsi ama hepsinin eli kanlı, hiçbirinin ama hiçbirinin bizim yediğimiz ekmeğin fiyatı umurunda değil. “Seçim de seçim” diyenler bize ne vaat ediyor? Ulaşım mı parasız olacak, sağlık mı, barınma mı, eğitim mi? Temel gıda maddeleri ücretsiz mi olacak? Bize sandık ve seçimi bekleyin diyenleri niye dinleyelim? Hiçbir seçim sandığıyla şimdiye dek hiçbir Sabancı defolup gitmedi, hiçbir patron “sizi sömürdüm, affedin, insan değilim ben” demedi.

– Biz sadece bir oy toplamı değiliz. Afetlerde yardıma koşanlar yönetebilirler de! Afet ve kriz anlarında sahneye çıkıp ellerinden geleni yapanlar neden normal zamanlarda da yapamasınlar? Gözünü kâr hırsı bürümüş patronlara köle olmak zorunda olmasalar, iş güvenliği nasıl alınır en iyi işçiler bilir. Bu güvenliğin alınabilmesi için kaç saat hangi koşullarda çalışması gerektiğini en iyi onlar bilir. Özel hastane sahibi bakanlara bağlı olmak zorunda olmasalar bir hastaya ne kadar zaman ayırmak gerekir, hangi tetkikleri önermek gerekir en iyi doktorlar bilir. Sermayenin baskısı olmasa bilim insanlık ve doğa için kullanılabilir, işte o zaman depremde yıkılmayan binalar inşa edilebilir.

Aç yatılmayan, sabahına enkaz altında kalınmayan, sömürülmediğimiz bir düzen istiyoruz! Çaresiz ve yalnız hissettiren, ölüm ve acıdan başka bir şey vaat etmeyen bu düzeni ellerimizle yıkabiliriz. Yenisini de kurabiliriz.

İşçiler fabrikaları, üretim alanlarını pekâlâ yönetebilir. Öğrenciler, öğretim üyeleri, okul görevlileri üniversiteleri, okulları pekâlâ yönetebilir. Sağlık çalışanları, doktorlar, hemşireler hastaneleri pekâlâ yönetebilir. Bir mahallede yaşayanlar oranın sorunları için bir araya gelip pekâlâ o mahalleyi yönetebilir. Ana akım medyanın yalanlarına inanmayıp gerçeği açığa çıkarmak üzere hareket eden basın emekçileri pekâlâ basın işlerini, medyayı yönetebilir. Bugün olmayan hukuk sisteminin içinde bile adaleti sağlamaya çalışan avukatlar pekâlâ hukuk sistemini yönetebilir. Her ne yapıyorsak daha iyi yapmaya devam edip, ürettiklerimize ve yaptıklarımıza sahip çıkmamız, onları bir avuç asalağın eline teslim etmememiz yeni bir yaşamın kuruluşu olacaktır.

Bu yeni yaşamın adı sosyalizmdir.

Bugün sosyalizm imkânsızdır diyenler: Bir avuç asalağın, üreten milyonlarca insana hükmedebildiği, çocukların istismara uğradığı, yüz binlercemizin enkaz altında ölüme terkedildiği bu aşağılık düzen; milyonlarca insanın önlenebilir hastalıklar yüzünden yaşamını yitirdiği, her ay binlerce işçinin işçi cinayetinde katledildiği, geleceği göremediğimiz, ağız dolusu gülemediğimiz bu düzen mümkün oluyor, “yaşanabilir” oluyor da; kardeşçe, barış içinde, onurumuzla üreterek yaşayacağımız bir düzen mi imkânsız?

Kaderlerimizi, hayatlarımızı ve kurtuluşumuzu ellerimize almak için örgütlenirsek bu mümkün!

Bizleri yönetenler bir avuç ama örgütlü. Değiştirme isteğini bir iradeye çevirmeliyiz, bunun için örgütlenmek zorundayız. Özgür, sınırsız, sınıfsız ve kardeşçe yaşadığımız bir yarını gerçekleştirebilmek için direnişi büyütmek ve örgütlenmek zorundayız!

Gerçek budur. Bu güç bizdedir, bu gücü göstermek için sokaklara, meydanlara çıkmak, direnişe geçmek değiştirmenin ilk adımıdır. Bu gücü açığa çıkarabilmek için yan yana gelmeliyiz.

Onların tüm yalanlarına, yağmalarına ve sömürülerine karşı; değiştirmek isteyen, gücünü görmek ve göstermek isteyen herkes 1 Mayıs’ta yan yana gelmelidir!

İşçiler; her işyerinde arkadaşlarımızla konuşalım, kendi gündemlerimizi haykırmaya 1 Mayıs’a akalım!

Kadınlar; sömürülmeye, tacize uğramaya, aşağılanmaya, yok sayılmaya hayır diyen kim varsa koluna girelim, 1 Mayıs’a yürüyelim!

Öğrenciler; barınamayan, nitelikli eğitim alamayan, hayal bile kurmayı unutan sıra arkadaşlarımızı özgür bir yarını kurmaya, 1 Mayıs’a çağıralım!

Doğasını, yaşamını savunanlar; her yeri sermayeye peşkeş çekenlere karşı her yeri direniş alanına çevirmek için, 1 Mayıs’ta olalım!

Şimdi bu 1 Mayıs’ta yer alıp, özgür bir geleceği ellerimizde yaratmak için örgütlenmenin, direnişi büyütmenin zamanıdır.

Geleceğimiz bu direnişlerden geçmektedir. 1 Mayıs işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününde geleceğimizi birlikte kurmak için yan yana gelelim. Gücümüzü büyütelim, örgütlenelim, kazanalım!

Kurtuluş yok tek başına; ya hep beraber ya hiçbirimiz!

Her gün 1 Mayıs, her gün kavga!

1 Mayıs bültenimizi buraya tıklayıp indirip çoğaltabilirsiniz. 

 

The War and the Election – Deniz Adalı

As it is known, we have always remarked that it is uncertain whether the elections will be held or not. On this issue, we tried to warn mostly the revolutionaries, the left. Our insistence was: The Palace Regime would not go by election. For this reason, while it is not clear whether the election will be held or not, the fact that the revolutionaries, more broadly the left, indexes the struggle to the electoral agenda will actually mean that they are tilting themselves towards the right. Instead of advocating the independent revolutionary politics of the working class, choosing between the People Alliance or Nation Alliance or the Palace Regime and the bourgeois opposition to it, both of which are fed from the same place, is in fact to deny oneself.

Moreover, in our opinion, the election can only be made at the request of the US or if the USA, for some reason, approves the request of EU, namely Germany and France. In our opinion, elections may not be held without the order of the US.

In our country, elections are nothing more than the people’s approval of those elected by the masters (NATO, US).

Those are what we defend, however, Erdoğan signed the election decree on March 10th, as he announced at the beginning of February. And accordingly, there will be an election on May 14th. Moreover, the Supreme Election Council (YSK) visited the earthquake area and examined it (whenever they could do this examination) and decided that the election will be feasible. Thus, the election process was began.

This is the scene that we face.

Let’s try to take a closer look at the process while the election decision has already been taken.

1

Turkey is a colony. Skipping this fact like it doesn’t exist won’t work out. If the much-repeated phrase, fully independent Turkey, means that Turkey is a little dependent, a little independent, it’s poppycock.

Turkey is a colony.

Every colonial country is not the same, it cannot be.

Turkey is a joint colony. As in the phrase Seven Husbands for Hurmuz, it depends politically on the US, economically on the EU.

Until yesterday this was not a problem. It wasn’t, because USSR stood and anti-communism had united the entire imperialist camp. That united imperialist camp appeared before us as NATO and it was not so easy to see the contradictions between the major imperialist states/powers that made up that camp. However, when events such as the 1971 crisis occurred, Germany, France, lesser Britain and Japan would try to stand up to the United States. For instance, they would tell the US that it’s printing dollars without backing it. The United States would reject these objections as Soviet lies.

Whereas USSR does not exist anymore, Russia and China, although they are independent great powers thanks to their socialist past, are not socialists and were quite eager to integrate into the capitalist system. That was the case in the 1990s, 2000s, until 2008.

In this period, starting from the 1990s, within the imperialist camp, namely the US, Germany, Japan, France and England (these are the main ones, Italy, Canada etc. are not counted because they do not have a very important role; it may be important to count them in a singular event or process, such as Libya for example, but in general terms, it is enough to consider these five) we began to see that others started gathering strength in order to protect their own interests against the US hegemony. In the 2000s, the contradictions between these imperialist powers became even more apparent. US hegemony continued to erode and this erosion even accelerated.

The holistic and general development of the subject has been discussed many times in Kaldıraç pages and these discussions continue. This is necessary. Because the balance of power is constantly changing. Therefore, it is necessary to constantly address the issue.

But the point that interests us under this heading is the reflection of this process on Turkey, on Turkey as a jointly colonial country.

The question is: Will Turkey come under the control of Germany and the EU, which owned its economy after the dissolution of the USSR, or will it come under the full control of the USA, which has the political (army, bureaucracy, police, political parties, judiciary, etc.) sphere? In other words, Turkey’s colonial character will not change, but its owners will decrease. Which one will be the sole and new owner?

We know that a war is going on in this respect. Italy had carried out a clean-hands operation to bring Gladio under its control. At the same time, the Susurluk incident was detonated by the EU in Turkey. In this way, the liquidation of the forces loyal to the US should have been the aim. But presumably, we may all remember together that this was not achieved. And Susurluk is a part of this process. The entire left, the liberal left is grumbling on and on that the AK Party is a US project. But what does this project aim at? This project, in fact, aims to ensure US dominance, to create new riches accordingly, and to liquidate the forces within the state that are no longer useful to the US. This is the project.

The AK Party is a project, a US project, and its aim is not to enrich Erdoğan or to establish a sultanate for Erdoğan. Thinking like this is to understand neither the state nor imperialism. Did the US prepare a project to compose a playing field for Erdoğan, or for its own interests? It is not even necessary to ask; of course, it’s for their own benefit. Syria, Iraq, Libya policies are not the policies of the Turkish state. As the German Stern magazine said, Erdoğan is an arsonist and his owner is the US, the torch was placed on his hand by the US. Erdoğan and his family have managed to get rich with a little trickery, other than that, Erdoğan has no ingenuity.

This means that if the revolution is not on the agenda, Turkey cannot continue on its way forever as before. This format is over. Now there is a redistribution of colonies. This is the world war between the imperialist powers. (Today this struggle has changed direction, the entire Western front, including Japan, is trying to overcome the deep crisis of the capitalist system by turning China and Russia into colonial countries.)

2

The Palace Regime stepped in at one stage of this process. The Palace Regime was activated because the AK Party project could not function normally. The US has decided to use the Turkish state as a hitman. It imposed an appropriate organization. The Palace Regime is not Erdoğan’s invention. This sketchy transition actually came about because the usual methods didn’t work.

This must be well understood. This sultanate is not a one-man dictatorship or whatever. These considerations mean dealing with the subject in a very figural way. That the decisions come from Erdoğan’s mouth never means that the decisions were taken by him.

Thus, this situation is not limited to the gang of five. This is a reflection of the will of the entire capitalist class. It is the protection of their interests by extraordinary methods.

There are two more developments that put the Palace Regime into action. The first one is the Kurdish resistance, which has become regional. Ignoring this, the character of the Palace Regime cannot be explained. MHP-AKP fascism is not a correct assessment. Yes, it reveals the fascist character of these forces, but there is a possibility that it may obscure the true character of the Palace Regime.

The second development is the resistance process that started with the Gezi Resistance. We can also call this the awakening process of the people, workers and laborers. Of course, this is not a conscious, organized process like the Kurdish revolution. They cannot be compared as such. Gezi is a spontaneous social explosion. But it has upset the balance that the system has established on anti-Kurdishness. Many leftist organizations, including the CHP, are united on the issue of anti-Kurdishness. The Gezi process, in fact, started to break this anti-Kurdishness and nationalism with the continuity of the resistances. The resistance has paved the way for the learning of the masses, and it still does. This is what spoils the chemistry of the state. In the past, the Turkish state, which tried all means to fight against the Kurds, now has to wage a war in the West. The important thing is not that the working class is unorganized in the face of this war. Although it is a potential force, that is to say that it has not yet taken its place in the mass struggle as a practically organized revolutionary political force, the working class, women and youth are a great threat to the system.

The earthquake process is an example of this.

They did not bring the army and the police into the field, considering the possibility of getting closer of the army and the police to the people. This is not the result of their incompetence. Rather, it is the sovereign mind. The sovereign does not act humanely, it acts to save and maintain its own sovereignty. For this reason, they did not bring help to hundreds of thousands of people for two or three days. They blocked the volunteers and activated the SADAT forces, the ISIS forces. For this reason, we state that saying there is no state in the field, asking where the state is wrong. The state is exactly this. It is the one who left you and the people for dead under the rubble, it massacres people. It is the fear inside the state pushes them on this path. The Palace Regime is exactly this. It is an extraordinary state organization. Therefore, it does not respect the law, it also violates its own laws.

3

I know, I still couldn’t arrive at the election. A little patience.

In order not to lose its disintegrating hegemony, the US turned to war policies with all its might. It is not just that the US declared war on X country. No. This means that the entire capitalist world, and then the whole world, turns to war policies.

The US, the imperialist masters are organizing a war by putting Russia and China on the target and trampling on its own rules. To impose war is no longer an option for them, it is almost a necessity.

The US will not put aside its hegemony in a gentle and peaceful manner. Therefore, war is almost a mandatory option for the US.

Afghanistan, Iraq, then Libya, and the latest Syrian war are the products of the US’ desire to maintain its hegemony over the world. But when it comes to Syria, Russia and China stepped in and landed on the field. After Russia landed on the field, the US did not back down from its war policies. Undoubtedly, there are those in the US who find these war policies wrong, at least as it stands and at least today. But in the end, the US state put these war policies into action.

The US simply puts NATO forces and Japan under its control, making them no threat to itself, and presents them the plans to partition Russia and China.

Thus, the war continues in another form.

In Ukraine, Ukraine and Russia are not at war. No. On the contrary, all NATO and Russia-China collide. The reason why China is not directly involved in Ukraine is because Russia is enough for this war and also it avoids feeding both of their war policies.

The US has taken control of Europe in this way, Germany and France are now in a state of incomplete power. It is as if their own will has disappeared.

The US is not waging this war as a world war openly.

In fact, this is the Third World War.

But the US, which is waging the war, conducts this war in the form of proxy wars. While the Ukrainian people are paying the price of the war, the Neonazis are on the battlefield. The Ukrainian state is a gang state. It is similar to ISIS forces. ISIS is also one such war machine.

The Turkish state, organized as the Palace Regime, is grounded on these war policies. The Palace Regime is not only plunderer and looter, but also an organization based on war policies. All the bourgeois, all the monopolies, have tasted profits combined with blood and support the policies of war.

4

This is the reason we state that Erdoğan will not leave until the US says yes.

We have expressed this view many times as: Idlib ends, Erdoğan leaves.

The reason for these views is the policies of war.

The US does not want to stand back from its war policies in our country. Yes, it’s unable to win with its war policies, but it can prevent losing. The politics of war feeds the tendencies of alienation from the US throughout the region. This is the dissolution of hegemony. The Shanghai Cooperation Organization also affects the Middle East. Most recently, the extensive economic agreements between China and Saudi Arabia are signs of this. Most recently, in February 2023, agreements between Iran and Saudi Arabia came to the fore. These agreements could even mean the end of the war in Yemen, for example.

In this case, the US, for example, with the Kılıçdaroğlu option, cannot carry out these war policies. Kılıçdaroğlu’s arrival means an obligatory change in the Syria policy. Of course Germany would want that. But, how realistic is it for Germany to end the Syrian war through Kılıçdaroğlu, when it has surrendered its will to the IS in Europe? It is a question and it is important.

Now, without a joint agreement between the US and the EU, the election is not possible. It may be something similar to election, but we haven’t gotten there yet, we will get there in the later parts of the article.

Could the US be withdrawing from these war policies? In any case, Erdoğan has announced the election date. In this case, since Erdoğan’s chances of being elected are weak, and even if he is elected, his legitimacy will be a matter of debate, is the US taking a step back from its war policies?

We don’t think so.

To understand this, it is necessary to look at Ukraine, Taiwan.

There are moves to intensify the war in Ukraine. The Western alliance, the NATO powers, which made a show in Warsaw, actually once again said yes to US policies. Now, both Romania and Poland in particular are in a tendency to become battlegrounds.

Russia intervenes for peace talks between Syria and Türkiye. All very well but can this step that is logical for the Turkish state, be taken despite the US?

Under normal circumstances, Kılıçdaroğlu and the bourgeois opposition should pronounce withdrawal from Syria. There is no other way to send Syrians to their homeland. But the bourgeois opposition is unconditionally behind all the war policies of the Palace. Again, normally, those who say that Putin supports Erdoğan should actually say that Putin should support Kılıçdaroğlu. In our opinion, the left and liberal left are wrong on this issue as well. Putin or Russia doesn’t seem to be in the least interested in supporting Erdoğan. Their main interest is to dissolve NATO. In this respect, the existence of the Turkish state as an occupying power in Syria actually means that the Turkish state has its back to the wall. The Turkish state, whose head is in the US and whose tail is caught in Syria by Russia, is suffering for this reason.

For the same reasons, Kılıçdaroğlu praises NATO and says that NATO means democracy. In this country, NATO has had a hand in every massacre since at least 1950. To ignore this and say that NATO means democracy is actually revealing its own color.

In summary, the war policies of the US are not shelved, and in this case, the Turkish state will act on behalf of the US as a hitman. For this reason, the continuation of the Palace Regime is a necessity for the US and the masters, for NATO.

No matter how much Kılıçdaroğlu and Akşener (Joker Sister) give guarantees to Erdoğan in case Erdoğan loses, the public reaction that will emerge in the case of an Erdoğan defeat will lead to the trial of Erdoğan and the trial of the Palace Regime. Already, the left believes in this and supports Kılıçdaroğlu.

This is seeing the election without seeing the war. And it is full of errors.

5

Will there be an alection?

It is a question, and we think it’s a fair one. The left, the liberal left, who have started to raise the hope of Kılıçdaroğlu by locking all their activities on the election agenda, do not even want to hear this question. However, it is pertinent.

It will be remembered. Many writers, many intellectuals, many political left figures thought that the Palace would increase the pressure through a process like that of  June 7th-November 1st process. There are probably people who still think so. We, on the other hand, were saying, and still are saying, that yes, a system of oppression would be put into effect, but as we are already under conditions of the state of emergency, this system of oppression would be different, and that the former would not work due to the workers an d laborers who started and continue resistance. In our opinion, it is more likely that we will see more politically banned persons-parties and assassinations. Still, this probability is very, very high.

In this case, three scenarios emerge.

The first is the postponement of the elections due to the war. While Erdoğan has said that the election will be on May 14th, while he is intended for the election, if the Turkish state enters into a war with two missiles, all the bourgeois opposition, namely the Nation Alliance, will approve the cancellation of the election with the motive and rhetoric of national interest. This is one of the possibilities.

The second is that Erdoğan stole the election. This steal can happen by destroying chests if cheats are not enough. We know that the issue is not with the votes put in the ballot box, but the votes coming out of the ballot boxes. It is clear that there are many ways to do this.

Let’s pause here before we move on to the third scenario.

They claim that if Erdoğan wins in this way, it will not be legitimate.

This seems very strange to us. This must be going bananas. As if Erdoğan was legitimate on June 7th? Or were the results of the referendum legitimate? Or, when İnce said “the man won” on election night, did that legitimate Erdoğan’s win?

Will the Palace Regime, which does not show respect to any law and does not see harm in breaking every law, feel bound to the election laws and what will come out of the ballot box?

Why is HUDA PAR being called out? If HUDA PAR is included in the alliance, will Erdoğan’s vote increase with this? As if HUDA PAR had not been included in the alliance, would it still not have voted for Erdoğan? If so, why are they taking HUDAPAR in and disturbing some circles within the AK Party? Wouldn’t involving HUDA PAR openly to the alliance lose more votes than it would bring? Because it has no votes to bring, those votes are already theirs; under all circumstances. Putting HUDA PAR on stage is not to threaten, if the expression is appropriate, but to show a weapon. This should urge us think about the possibility of destroying the ballot boxes. However, as our left sees Kılıçdaroğlu as a savior, their eyes are blind and their minds are astonished. But we invite you to think about it anyway.

Likewise, the fact that the state is active in the earthquake zone with open civil war tactics should make one think. This cannot be done for a vote. This is the fear that surrounds the Palace, and in fact, they do not flee in fear, they attack in fear. The fact that Çakıcı’s men openly reveal their visit to the gendarmerie commander is precisely the indication of this civil war attitude, it is the defense of the state policies of massacre. The earthquake is not a disaster, what happened in the earthquake, the attitude of the state after the earthquake are exactly the massacre policies themselves. That’s why, there is no discussion of legitimacy in the Palace Regime. Moreover, the bourgeois opposition has become silent many times when it heard the voice of the state, there are dozens of proofs of this. Did the bourgeois opposition take to the streets in illegitimate elections? On the contrary, they consider themselves tasked with extinguishing the public’s reaction. They say to the people, do not go out on the street, there will be a civil war.

There is, of course, a third scenario too. The process that will begin after the election, for example, can fortify the Palace Regime with a coup.

It is possible to increase these possibilities.

But instead of counting, this should be said clearly: The Palace Regime did not come with elections and will not go with elections. The issue is not the Erdoğan issue. It is possible for them to continue the business by replacing Erdoğan with another name.

It is a great risk to dream crudely about elections without seeing the politics of war.

6

Now, let’s look at the Joker Sister. Why did Akşener suddenly leave the table with an attitude that suggests as if Kılıçdaroğlu’s candidacy was a surprise to her, as if should the candidate be Imamoğlu he would have won, that Kılıçdaroğlu could not win, but Imamoğlu would?

Well, Kılıçdaroğlu’s candidacy is not a surprise. Especially, it is by no means a surprise for Akşener.

Joker Sister, suddenly pretended to leave the table. This is a tactic of killing several birds with one stone. Why did she do this at the cost of embarrassing herself? If it’s not childish to sit back to the table through a campaign to make İmamoğlu and Yavaş vice presidents, getting up from the table should be a joke.

The Joker Sister pretended to leave the table and immediately the left parties began to openly support Kılıçdaroğlu. Thus, the possibility of HDP nominating a candidate was also reduced. The left began to openly defend Kılıçdaroğlu. Thus, the left lined up behind Kılıçdaroğlu. As if this move had not happened, wouldn’t the left still support Kılıçdaroğlu? Of course they would support it. But they did this more boldly and eliminated the possibility of their condemnation of him. Instead of pulling Kılıçdaroğlu to the left, the left tended to shift to the right, further to the right.

The purpose of this move is meaningful in civil war policies and war policies. The left tied itself up and destroyed the possibility of raising its voice and resisting in case war cries are raised and the election is cancelled. It is very difficult for resistance to develop without organized forces. This is what we call seeing the election without seeing the war and civil war policies.

This is within the politics of the civil war. While the Palace Regime is continuing with oppression and violence, the bourgeois opposition has always been responsible for suppressing the anger of the people with false hopes, telling people to wait for the election. This process occurred once again. And it’s obviously effective.

Also, with this move, the Joker Sister showed the lack of alternatives to those in the IYI Party who would not vote for Kılıçdaroğlu because he is Alevi. Thus, the Joker Sister also rewarded Kılıçdaroğlu for the support he gave to her in terms the deputies. Now, some of those who would not have voted for Kılıçdaroğlu in the IYI Party will vote for him.

7

Turkey is in an extremely serious economic and political crisis. The US’s hitman role in the international arena has made the Turkish state dependent on war policies. Neither the economic crisis nor these war policies have a solution within bourgeois politics.

This situation increases the fear of all forces of the Turkish state, including the bourgeois opposition, and the Palace Regime. For this reason, the desire to crush the resistance of the people, workers and laborers, women and youth with harsher methods is underway. This desire is also the reason why they have for a long time been instituting the policy to control the anger of the people, workers and laborers. This dual policy is expressed by two representatives. The first is brought into action by the Palace Regime, and the second is by the bourgeois opposition, which is supposedly opposed to it. Thus, it is as if an alternative is presented to the masses. Today, the annulment of the election for no apparent reason may lead to more serious reactions. However, canceling the elections with an appropriate way and method can be effective with a national disaster scenario. In this respect, it is necessary for the left to be added to the CHP queue and to disable its own independent policies. It is clear that they are trying to achieve this.  

It’s an old saying, cheating never ends in the Ottoman Empire. The Palace Regime is adept at stealing the prophet from Allah’s pocket. For this reason, it would be a big mistake to feel like the job is done, and especially to leave the revolutionary line. It is essential to organize the will of workers and laborers, women and youth, in short, those who resist. This will cannot be handed over to others.

This situation is reminiscent of the left getting caught in Ecevit’s tail. The difference is that Ecevit was giving the signs of a more leftist attitude, now Kılıçdaroğlu is getting closer to the right.

We revolutionary socialists are responsible for organizing the line of resistance. This is what we must do.

We know that there are possibilities to overthrow the Palace Regime and to organize a general resistance. Of course it is difficult. But the revolution itself is not an easy process.

It is not possible to continue the struggle with a purely electoral agenda by being caught in crude illusions. This would be a big mistake. Instead, it is necessary to develop the existing line of resistance that does not fade despite oppression and violence. This line of resistance has to be more organized.

In reality, Erdoğan is already illegitimate. Not just because of his diploma. Not just because of his illness. He also stole the elections. The saying that “the ship has sailed” is a confession. But Erdoğan’s candidacy is also illegal. There is such a picture that even the election laws of the Turkish state are not clear in its 100th year. It is not a matter of winning elections by getting Syrians to vote etc. They’ve already done this. Those elections are also not legitimate. The issue is not a matter of 10 thousand votes or one hundred thousand votes. In reality, no matter who the candidate of the Palace Regime is, the votes he/she will receive in a democratic election are in the 10-20 percent band. The issue is so locked into an election scenario with paramilitary forces, in conditions of civil war, in state of emergency, eliminating all legal procedures. Nobody is foolish. Erdoğan has already lost. In which Western country of the world do democratic elections take place? This era is already over.

It is important to see the politics of war. In the geography we live in, US imperialism has put all kinds of war games into play. They have countless possibilities to create disorder in the Balkans, the Caucasus, the Black Sea, the Mediterranean, and the Middle East.

Masters, imperialists, their servants have no human values. There is no human value in the capitalist system. Capitalism comes to life by destroying humanity and dehumanizing human beings.

Therefore, the working class has no choice but to resist.

The power that will overthrow the system is the working class, the revolutionary workers. Today, in our country, possibilities for this are present. 

A war that goes beyond elections is going on. In these conditions, the working class needs revolutionary vanguards.

The fronts are extremely clear. We revolutionary socialists will under no circumstances abandon the revolutionary line of the working class.

Down with Zionist Israel! Down with Imperialism! Free Palestine from river to sea!

Israel has carried the violence it has been escalating against Palestine and the Palestinians for months to another dimension, plundering the Masjid Aqsa and brutally attacking the worshipers. Hundreds of people were injured and ambulance entrances were banned. The number of Palestinians arrested by the occupying army has reached hundreds.

The newly elected Netanyahu government had already declared to the world that it would increase the civil war and massacre of Palestinians by bringing the leader of the hawkish wing called Otzma Yehudit (Jewish Power) Itamar Ben-Gvir to the Ministry of National Security (civil war).

The Occupation, which has carried out dozens of operations with the Palestinian Authority to suppress the rising resistance in the 47 lands occupied since the establishment of the new government, especially in the refugee camps that have turned into cities today, could not make the Palestinians take a single step back, the resistance is growing more and more.

The Palestinian will is also growing around the world, and Israel is becoming isolated with the efforts of the International BDS Movement to boycott, withdraw investments and impose sanctions.

As Palestine’s struggle for a dignified existence grows, the enemy becomes more aggressive. What kind of a “democracy” Israel is, “the most modern country in the Middle East”, is becoming increasingly clear. However, the Republic of Turkey maintains its contacts with Israel in every field, continues its profitable investments and trade. The state of Israel is a racially discriminatory occupation force and any economic and political relationship made with it, is against the Palestinians, serves the looting of Palestinian land, the murder of its people, and the exploitation of labor power.

The Palestinian people, with their rising resistance, revolt and courage, did not bow to Zionism and imperialism, and they continue this struggle today. We stand with the resisting Palestinian people, and we will continue to stand by the resistance by raising our struggle against the friends of Israel, wherever we are.