Ana Sayfa Blog Sayfa 228

Ankara’da bombalı saldırı

Radyo ve Televizyon Üst Kurulunca, Ankara’daki askeri servis konvoyuna yönelik saldırıya ilişkin yayın yasağı getirildi. Yayın yasağının, olay yerini görecek şekilde canlı yayın yapılmasını, olayın oluş anı ve hemen sonrasına ilişkin görüntüler ve cenaze görüntülerinin verilmesini kapsadığı öğrenildi.
İlgili Açıklamalar:
Saldırıyla alakalı Almanya, Rusya, İngiltere ve ABD başta olmak üzere birçok devletten ve devamında CHP adına Kemal Kılıçdaroğlu’ndan ve HDP adına Selahattin Demirtaş’tan kınama açıklamaları geldi.
Saldırıdan sonra yapılan açıklamalarda Türkiye Cumhuriyeti başbakanı Ahmet Davutoğlu saldırı için Halk Savunma Birlikleri (YPG) ve Demokratik Birlik Partisi (PYD)’ni suçlarken, YPG Genel Komutanlığı bir açıklama yayınlayarak, Ankara’da meydana gelen patlamalarla hiçbir ilgilerinin olmadığını duyurdu.
‘Ankara saldırısını YPG yaptı’ açıklamasına tepki gösteren YPG Genel Komutanlığı, “Davutoğlu, bu açıklama ile Suriye ve Rojava’ya yönelik saldırıya zemin hazırlamak istemektedir” dedi.
YPG açıklamasında, “Bizim bu olayla hiç bir ilişkimiz yoktur. Sadece bu saldırı değil, hiç bir zaman Türkiye’ye karşı bir saldırı içinde olmadık. Türkiye devleti, bizim onlara saldırı yaptığımızı asla kanıtlayamaz, çünkü bizim böyle bir saldırımız olmamıştır” denildi.
PYD Eş Başkanı Salih Müslim ise, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Ankara patlamasından YPG’yi sorumlu tutmasına dair “gerçeklikle alakası olmadığını ve patlamayla hiçbir güçlerinin alakası olmadığını” söyledi.
KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, “Saldırıyı kim yaptı bilmiyoruz ama Kürdistan’daki katliamlara bir misilleme eylemi olabilir” dedi.
TAK Saldırıyı Üstlendi:
19 Şubat günü akşam saatlerinde Ankara’daki saldırıyı TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri / Teyrê Bazên Azadiya Kurdistan) isimli örgüt üstlendi.
TAK’ın açıklamasında eylemin Zınar Raperin kod adlı Abdülbaki Sönmez adlı kişi tarafından yapıldığı da belirtildi. Bu sitede saldırıyla ilgili yapılan açıklamada, “Bu saldırı, Cizre’deki bodrum katlarında öldürülen savunmasız sivillerin öcünü almak için gerçekleştirilmiştir” ifadeleri yer aldı.
Türkiye cumhuriyeti cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise “Peki bu canlı bomba kimdir? Hiç tereddüdümüz yok YPG. Tabi bu PYD’nin silahlı gücü. Olayın faili şu anda örgüt olarak her ne kadar üstlenmeseler de YPG ve PYD. Bunlar bu işin faili konumundalar.” dedi.
Başbakanın iddia ettiğinin aksine, yapılan DNA testinde, eylemi gerçekleştirenin Salih Neccar değil, TAK’ın yaptığı açıklamada ifade ettiği Abdülbaki Sömer’in yaptığını ortaya çıktı. Abdulbaki Sömer’in babası Musa Sömer’den kan örneği alınarak DNA eşleştirmesi yapıldı. Musa Sömer ile Salih Neccar’ın DNA örneğinin eşleştiği belirtildi.

DEVRİMCİ PARTİ ÜYESİ KAVGA ARKADAŞLARIMIZIN YANINDAYIZ!

1 Mart 2016, sabah karşı 20 ev ve parti binasına gerçekleştirilen baskınlarla gözaltına alınan, Devrimci Parti üyesi kavga arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır!
Tekelci polis devletinin, Kürt halkı’na, devrimcilere, işçilere, kadınlara, gençlere dönük tüm katliam, gözaltı, tutuklama saldırıları korkularını açığa vuruyor.
Yağma ve sömürü üzerine kurulu bu çürümüş düzeninin sahipleri, halkların, işçi-emekçilerin ortaklaşma eğilimi gösteren mücadelesinde, biriken öfkesinde sonlarını görüyorlar.
Korkmakta haklılar!
Korkularını gerçeğe çevireceğiz!
Yaşasın Devrimci Dayanışma!
KALDIRAÇ / 1 Mart 2016

Devrimci Parti’ye polis baskınları

İstanbul-Gazi Mahallesi’nde Devrimci Parti Genel Başkanı Ufuk Göllü’nün bulunduğu evle birlikte bir çok ev ve parti bürosu özel harekat timleri tarafından kapıları kırılarak basıldı. Kadıköy ve Gazi Mahallesi Devrimci Parti binaları ve evler dağıtıldı. Yapılan operasyonlarda Devrimci Parti üyesi ve yöneticilerinden oluşan 11 kişi gözaltına alındı.

“Anadil Yaşamdır, Anadillerimizde Savaşa Hayır Demek İçin Halklar Buluşuyor”

Kadıköy AKA-DER’in sempozyum salonunda, Halklar Meclisi tarafından düzenlenen panelde iki oturum gerçekleşti.
İlk oturuma Azad Barış (Ezidi sosyolog), Eşref Yılmaz (Gürcü Dil Merkezi), Çurmıt Sebahattin (JINEPS Gazetesi) ve Damla Şahin (AKA-DER) konuşmacı olarak katılırken; ikinci oturuma Tuma Çelik (Avrupa Süryaniler Birliği), Fırat Sayan (Kürt Enstitüsü), Seher Eriş (Arap Alevi Gençlik Meclisi), Murad Mıhçı (Nor Zartonk – HDP MYK Üyesi) konuşmacı olarak katıldılar.

Her iki oturumda halkların kurumları anadilleriyle “savaşa hayır” diyerek, halkların direnişlerini selamladırlar.
Birinci oturumda AKA-DER’den konuşmacı olarak katılan Damla Şahin Anadolu’da ve Kürdistan’da sürüdürlen devlet saldırılarına değinerek “kirli bir savaşın ortasındayız” diye vurguladı. Biz halklar olarak “barış istiyoruz” diyen Şahin barışın ancak halkların elleriyle geleceğini ifade etti. “Ancak anadillerimize, kimliklerimize, tüm taleplerimize sahip çıkar ve ortak mücadeleyi adım adım örebilirsek barışı getirebileceğimizi” ifade etti.
“Anadil sadece toplumlar arası bir ilişki biçimi değil, tüm ilerleme, aydınlanma ve değer aktarımı için gereklidir” diyerek konuşmasına başlayan Azad Barış (EZİDİ SOSYOLOG) Kürtçe’de “savaş” kelimesi olmadığı için “Savaşa Hayır” diyemiyorum anadilimde diye ifade etti. Bugün Kürtsen, savaş istemiyorum diyorsan potansiyel teröristsin diyen Barış ” Anadilinde “savaş” olamayan bir halkı nasıl terörist ilan ediyorlar” diyerek konuşmasını bitirdi.
Gürcü diliyle “Savaş’a Hayır, Yaşasın halkların kardeşliği” diyerek konuşmasına başlayan Eşref Yılmaz (GÜRCÜ DİL MERKEZİ) tüm gürcüleri temsil etmediğini, sadece anadili için mücadele eden gürcüleri temsil ettiğini ifade etti. Yılmaz ” Anadilinde konuşan birini sokakta görünce kim olduğuna bakmadan ona yaklaşırsın” diyerek anadillerin insanları birbirine yaklaştırdığına değindi.
Birinci oturumun son konuşmacısı olan Çurmıt Sebahattin (JINEPS) bir dilin canlı kalabilmesi için hayatın dinamiklerinin o dile aktarılabilmesi gerekir bu sebeple dillerin üzerindeki baskıların kalkması gerekir diyerek konuşmasına başladı. Sebahattin bugün Anadolu’da ve Kürdistan’da yaşayan tüm halkların anadil konusunda benzer sorunları var olduğunu ifade ederek mücadelenin ortaklaştırılması gerektiğine işaret etti.
İkinci oturumun ilk konuşmacısı olan Seher Eriş (ARAP ALEVİ GENÇLİK MECLİSİ) konuşmasına Arapça olarak ve başta Suriye , Lübnan, Filistin olmak üzere tüm direnen halkları selamlayarak başladı. Devletin saldırılarına değinen Eriş “bizi ağıtlarda ortak ettiler, mutluluklarda değil” dedi. Bodrumlarda yakılan canlarımız bize Madımak’ı hatırlattı, Su heval su diyen canlarımız Kerbelayı hissettirdi bize yeniden diye vurgulayan Eriş Suriye’de Alevi olduğunu söylediğinde katledileceğini bildiği halde son sözlerinde ‘ena 3aleve hayye’ ‘ben aleviyim’ diyerek Işid çeteleri tarafından katledilen Tarel El-Şems’in sesisine taşıyacaklarını ifade ederek dilimizi unutmayacağız, halkların ortak mücadelesinde yaşatacağız sözleriyle konuşmasını bitidir.
Avrupa Süryaniler Birliğinden Tuma Çelik Süryanicenin en eski dillerden biri olduğunu ancak bu dili konuşabilen çok az kişi kaldığını vurguladı.Çocuk yaşta okularda türkçe konuşmayan öğrencileri öğretmenlerin tahtaya kumbara çizerek cezalandırma sistemi uygulandığını vurgulayan Çelik bu baskıların devletin 90 yıllık geleneğinden geldiğini ifade etti. Bir halkı devletin nasıl tariflediği değil o halkın kendini nasıl tanımladığı ve özgürlüğü nasıl tariflediği önemli diyerek halkların kendi kaderlerini kendi ellerine alması gerektiğini vurguladı.
Kürt Enstitüsü temsilcisi Fırat Sayan.TC’nin kuruluş dönemlerinde yürütülen”Vatandaş Türkçe” konuş kampanayalarıyla şehir merkezlerinde ve köylerde Kürtçe konuşan insanların devletin görevlendirdiği ajanlar tarafından cezalandırıldığına değindi. Çocukların anadillerini unutması için yatılı okullara gönderildiğini ifade eden Sayan Kürt dili üzerinde yıllardır baskıların devam ettiğini ifade etti.
İkinci oturumun son konuşmacısı olan HDP MYK Üyesi Murad Mıhçı bu topraklarda Ermeniler gibi kadim halkların dillerine imha ve inkar politikaları uygulanırken günlük yaşam alanlarımızın her alanına İngilizce gibi diller sızmış durumda diye ifade etti. Mıhçı konuşmasına şu şekide devam etti “Bu topraklarda yaşayan halklar olarak birbirilerimizin acılarına bile 80’lerden sonra ortak olmaya başladık.”

Barış İçin Herkes: “Barış örgütlü bir güçle gelecek!”

Etkinliğe Galatasaray Meydanı’nda 10 Ekim anmasından çıkan çoğu kişi de katılım gösterdi.
Kadın Girişimi’nin sunumuyla başlayan Barış İçin Herkes Toplantısı’nda barışın örgütlü bir güçle geleceği dile getirildi.
LGBTİ Aileleri ve Yakınları Derneği’nin konuşma yaptığı toplantıda, barışı konuşmanın, barışı örgütlemenin mücadelesinden bahsedildi.
Türküleriyle toplantıya katılan Kardeş Türküler; “Barışa hala inancımız var, barışın hayali insan kalmamızı sağlıyor” açıklaması yaptı.
Engellilerin barış isteklerini dile getirirken hayatlarını kaybettiği anlatılırken “savaşsız, engelsiz, insanca yaşam” taleplerinde bulunuldu.
Barış İçin Herkes Toplantısı’na Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu danslarıyla eşlik etti.
Barış İçin Edebiyatçılar’dan Aslı Erdoğan ve Mehmet Sait Aydın: “Savaşlarda önce hakikat ölür. Çok şey gördük, sorumluyuz, utanç duyuyoruz bir şey yapmak zorundayız. Bir çeşit derin dondurucudayız, çıkmak zorundayız. Barışa gerçek anlamını vermek zorundayız. İnsanların tarandığını, çocukların dondurucularda saklandığını gördük ve biz bu ülkede yaşıyoruz. Bu olanlardan sorumluyuz ve biz de eylülden bu yanadır dondurucuda yaşıyoruz.”
Barış İçin Sinemacılar: “Batı’da ses yok’ bir yandan doğru bir yandan yanlış. Bu sessizliğin sesidir. Bu savaş iktidarın iktidarını kaybetmemek için başlatıldı. ‘Biz ne yapabiliriz’i konuşmalıyız. Bu toplantıda herkesin yüzündeki durum umut veriyor.”
Çözüm Yerinde İnisiyatifi: “İnsan yaşamak için barış ister. Çözüm sokaktadır, iş yerindedir, okuldadır, atölyededir, çözüm yaşadığımız her yerdedir.”
Barış İçin Sağlık Emekçileri: “Biz sağlık emekçileri olarak yaşamı savunmaya devam edeceğiz. Sağlık emekçilerin saldırılarla hastanelere kapatılmasıyla sağlıkçıların sesiz kalması mı bekleniyor. Bugün herkes için sağlık demenin ön koşulu ‪#‎barisicinherkes‬ demektir.” ‬‬
Barış İçin Sendikacılar Adına Seyit Aslan: “Bugün ülkemizde barış demek hedef haline gelmek için yeterli bir durum. Bizler sendikacılar olarak barışın yanına emeği koyarak soframızdaki katığın yanına barışı katarak besleniyoruz.”
Barış İçin Herkes Toplantısı’nın sonunda tüm katılımcılar “Durduramayacaklar halkın coşkun akan selini” diyerek sahneye çıktı.

“Kapının arkasındaki ölüm değil, hayat” Kadıköy AKA-DER’de Halkların Ortak Mücadelesi etkinliği

AKA-DER adına konuşan sözcünün “Kolay veya mutlu olunabilecek bir dönemden geçmiyoruz fakat umut edebileceğimiz bir dönemdeyiz ve inanıyoruz ki bu direnişlerin sonunda ‘Kapının arkasında bizi bekleyen ölüm değil, hayat’” diyerek sözü Hakan Dilmeç’e bırakması ile etkinlik başladı.

Hakan Dilmeç konuşmasına “Umut etmenin pasif bir süreç olmadığı not edilsin” diyerek başladı. Kürt illerindeki halkın hepimiz adına mücadele ettiğinin farkında olduğunu söyleyen Dilmeç “Sürecin zorluğunu ve yükünü hafifletecek sihirli bir sözcüğümüz yok belki” dedi ve gerçekten güç almanın önemini vurguladı.
Konuşmasının devamında Hakan Dilmeç, Ortadoğu’daki süreci tarihiyle birlikte değerlendirdi ve güç alınması gereken gerçeğin bu olduğundan, devletin kaybetmemek için saldırdığından oysa halkların kazanmak için savaşıyor olduğundan bahsetti.
Sonrasında söz alan Sebahat Tuncel, Jean Baptiste Fournier’in “Medeniyet üç kâğıtçılara saraylar yaptırır dâhilere kafes.” sözüyle konuşmasına başladı. O da işin kolay olmadığını söyleyerek direnen halkların emperyalist güçleri durdurabildiğini vurgulayarak, IŞİD’in korku politikasının örgütlü yerlerde başarılı olamadığını Rojava örneğinden göstererek “Direnen halk başarıyor, Rojava’yı almaya çalışmak, Musul’u almak gibi değil” dedi.
Kürt Özgürlük Hareketinin bu emperyalist savaş durumlarında kendi tarafını, 3. bir tarafı oluşturduğunu söyleyen Sebahat Tuncer, bu yüzden bunların devlet planı olduğunu ve bugün yaşananların bir diz çöktürme planı, tüm devlet kurumlarının karakollaştırılması olduğunu ekledi.
Herkesin kendisine gelip ne olacağını sorduğunu belirten Tuncel, “Gençlerin ve özellikle genç kadınların önderliğinde biz; demokrasi eşitlik isteyenler, ne olacağın belirleyeceğiz” dedi. “Batıda medya doğuda tank, top ile” halkları bastırmaya çalışan devletin politikalarına karşı direnmenin elzem olduğunu söyleyen Sebahat Tuncer, “Her yerde farklı yöntemler geliştirilmeli. Biz imzaları küçümserken eskiden, şimdi akademisyen imzaları konuşuluyor. Yöntemleri bulup küçük büyük demeden Gezi’den Kürdistan’a köprüleri kurmak bizim görevimiz.”
Sebahat Tuncer’in “Tarihi direnenler yazar, bizim de yazmamız gerek.” Diye konuşmasını bitirmesinin ardından soru cevap yapıldı ve etkinlik sona erdi.

“Tarihin beşiği Ortadoğu’da özgür bir gelecek mayalanıyor” AKA-DER 3. Olağanüstü Genel Merkez Genel Kurulu gerçekleştirildi

Devrim ve özgürlük mücadelesinde ölümsüzleşenler için saygı duruşuyla başlayan Genel Kurul divanın oluşturulmasıyla devam etti.Seçilen divan başkanının Genel Kurulu selamlaması ve temennilerinin ardından gündemlerin belirlenmesine geçildi.Gündemlerin belirlenmesinin ardından 2015 yılı faaliyet raporunu sunmak üzere AKA-DER Genel Merkez Üyesi Semra Demir’e söz verildi. Sunulan faaliyet raporu ve mali rapor ibra edildi. Ardından “Tarihin Beşiği Ortadoğu’da Özgür Bir Gelecek Mayalanıyor” başlıklı sunumunu gerçekleştirmek üzere AKA-DER Genel Sekreteri Ekim Çiftçi’ye söz verildi.Sunumunda; bölgemizde ve ülkede körüklenen savaşa denğinen Çiftçi; emperyalistlerin ve tetikçilerinin eli ile kan gölüne çevrilen coğrafyamızda bir yandan da halkların direnişinin geliştiğini ve bu gün bu direnişleri ortaklaştırmanın imkanının arttığını ve bölgemizde özgür bir geleceği mayaladığını vurguladı.
“Zorlu Bir Gelişim Dönemi ve Mücadele Hattımız” başlıklı sunumunu gerçekleştirmek üzere AKA-DER Genel Başkanı Kürşat Bafra’ya söz verildi.Bafra; tüm toplumsal yaşam yok edilmeye, katliamlarla halklar susturulmaya çalışılmaktadır. Baskı ve sindirme politikalarını kırmak, bu ablukayı dağıtmak için direnişi örgütlemeliyiz, dedi ve AKA-DER şubelerinin yeni dönemi daha sağlam temelde karşılaması için önerilerde bulundu ve karar önerilerini divana sundu.
AKA-DER Genel Başkanı’nın konuşmasının ardından salonda bulunan dost kurum temsilcilerinin ve mücadele arkadaşlarının konuşmalarına geçildi.
Kaldıraç dergisi adına Ülkü Gündoğdu, HDP İstanbul Yönetimi ve HDP Genel Merkezi adına HDP İstanbul İl Yöneticisi Erkan Karabay, Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği adına Dernek Başkanı Aydın Deniz, Emekçi Hareket Partisi adına Emre Öztürk, Gezi Gazi ve Şehitleri Platformu adına Sami Elvan ve Volkan Kesanbilici, Emekliler Dayanışma Sendikası adına Mahinur Şahbaz, Doğu ve Güneydoğu Dernekleri Platformu adına Abdulhakim Daş, 10 Ekim Şehit ve Yaralı Aileleri adına Meryem Bulut’un oğlu Adnan Bulut ve Sarıgül Tüylü’nün eşi Celaleddin Tüylü, 10 Ekim Dayanışması adına Burcu Arıkan, Arap Alevi Gençlik Meclisi adına Sinan Çekiç, Arap Alevi Kadın Meclisi adına Seher Eriş, Özgür Lise adına Gamze Toprak, Kaldıraç Üniversite adına Onurcan Sömen selamlama konuşmalarını gerçekleştirdi. Halkevi adına Genel Kurulu selamlamak üzere Nuri Günay da salondaydı.Selamlama konuşmalarında ortak mücadelenin yükseltilmesi temel vurgulardandı.
Genel Kurulu selamlamak üzere mesaj gönderen dost kurumlar ve mücadele arkadaşları ise şöyleydi; Alevi Yol Kültür Derneği, Ankara Demokratik Alevi Derneği, Arap Alevi Arap Hristiyan İnsani Dayanışma Platformu, İstanbul Kent Savunması, Avrupa Süryaniler Birliği Türkiye Temsilcisi Tuma Çelik, Zaza Platformundan Metin Güler, ASİ-DER’den Metin Atlan, Sivas Sarkışla İlyashacı Köyü Dernek Başkanı Bayram Demir, Tuzluçayır Mahalle Muhtarı Zülfikar Odabaşı, Yazar Oktay Etiman, yazar Temel Demirer, yazar Sibel Özbudun, Tevfik Fikret Okulları Çalışanları, CHP Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi.
Genel Kurul AKA-DER’in temel faaliyet alanları olan; işçi, halklar, kadın, ekoloji, sanat sunumuyla devam etti. Sunumlar AKA-DER’in bu alanlarda faaliyetlerini geliştirecek karar önerilerinin divana sunulmasıyla sona erdi. Genel Kurula sunulan karar önerilerin ve AKA-DER yeni Genel Merkez Adaylarının oylanmasına geçildi. Sunulan karar önerileri karara bağlandı.Ardından AKA-DER yeni Genel Merkezi seçildi. AKA-DER Genel Başkanlığına seçilen Semra Demir’in konuşmasıyla genel kurul sona erdi. Genel kurul savaşa karşı halkların ortak mücadelesinin geliştirilmesi fikrinin ve kararlılığının örgütlendiği coşkulu bir genel kuruldu.
(14.02.2016)

“Kapının arkasındaki ölüm
değil, hayat”
Kadıköy AKA-DER’de Halkların Ortak Mücadelesi etkinliği
31 Ocak Pazar saat 15.00’da AKA-DER Kadıköy Şube’de gerçekleştirilen etkinlikte; Sebahat Tuncel (HDK adına) ve Hakan Dilmeç’in (Kaldıraç dergisi adına) katılımıyla “Bu Abluka Dağıtılacak Direnen Halklar Kazanacak” şiarı ile düzenlenen etkinlikte Kürdistan’da ve Ortadoğu’da yürüyen savaş, halklara dönük saldırılar ve halkların ortak mücadelesini konuşuldu.
AKA-DER adına konuşan sözcünün “Kolay veya mutlu olunabilecek bir dönemden geçmiyoruz fakat umut edebileceğimiz bir dönemdeyiz ve inanıyoruz ki bu direnişlerin sonunda ‘Kapının arkasında bizi bekleyen ölüm değil, hayat’” diyerek sözü Hakan Dilmeç’e bırakması ile etkinlik başladı.

YÖK’ün akademiyi tasfiye girişimleri son bulsun

12 Eylülün ürünü olan YÖK, bu genelge kapsamında bir taş ile iki kuş vurma hevesindedir. İlki Barış İçin Akademisyenler metnine imza atan ÖYPli asistanların “bilim” dünyasından bir an önce tasfiye edilmesidir. Esasında ÖYP, metropollerde yetiştirilen ve farklı illerdeki üniversitelere geri dönen genç akademisyenler sayesinde iktidarın ön göremediği bir “akademik ağ” oluşturmuştur. Bu ağ bilim insanının toplumsal görevinin, bilimin konusunun, özgür üniversitelerin yalnızca belli başlı üniversitelerde değil, yaygın bir şekilde tartışmaya açılmasını sağlamaya başlamıştır. Onlarca üniversiteden akademisyen ve araştırmacının imza attığı BAK metni bunun da göstergesidir. Ve iktidar için bu kadrolar özellikle de toplumsal dinamiğin önlerinde yer alan genç akademisyenler bir an önce tasfiye edilmelidir. Öyle ki bir daha böyle ağ oluşturmak, böyle bir girişimde bulunmak hiçbir akademisyenin aklına dahi düşmesin. Öte yandan bu da yetmez, 17 Şubat’ta Kamu çalışanlarının “irtibat halinde bulunduğu(ya da bulunduğu iddia edilerek) yapılar” üzerinden tasfiye edilebilmesinin zeminin hazırlayan bir genelge daha yayınlanmıştır. Son olarak uzaklaştırmalar ve tasfiyeler sonucu boşaltılan yerler milliyetçilik zehrini yayacak kadrolar ile doldurulmaktadır, doldurulacaktır.
İkincisi daha önce başlattıkları süreci tamamlamak: Siyaseten ve sermayenin isteği ve gereksinimine göre ÖYP’nin yeniden yapılandırılması. Bu savaş ve kriz koşullarında, iktidar ömrünü uzatabilmek için kendi sermayesini daha çok beslemelidir. Önemli miktarda kamu bütçesinin ayrıldığı ÖYP’nin sermaye için kullanılması iktidar için aciliyet taşımaktadır.
İşin özü imzacı ÖYP’liler ile başlatılan süreç, tüm ÖYP’lilerin keyfi olarak kurumlarına çağrılmalarına, bu baskı ile “bilim” yapmalarına zemin hazırlamaktadır. Kaldı ki bu süreç bir bütünün parçasıdır. 657 ve YÖK kanununda yapılacak olan değişiklikler akademideki güvencesizliği yaygınlaştıracak, iş kanununda yapılacak olan değişikliler ise sermayenin ihtiyaç duyduğu güvencesizliği tüm çalışma yaşamına yayacaktır. Bugün bizler için elzem olan, özelinde akademide ve üniversitenin bütününde, genelinde ise tüm çalışma hayatı ve yaşama karşı başlatılan bu topyekün saldırılara karşı bir arada durmak, ortak talepler oluşturup ortak mücadeleyi büyütmektir.
– 4 Şubat Genelgesi ile Öğretim Üyesi Yetiştirme Programına Dair Usul ve Esasların 11. Maddesine eklenen karar kabul edilemez. Genelgeye eklenen bu bölüm, akademinin tasfiye sürecini hızlandırmaya yöneliktir. ÖYP kapsamında görevi tamamlanana kadar göreve iade kişinin rızasına bağlanmalıdır.
– Bilim insanları yetiştirmek kamusal bir sorumluluktur, bireysel senetlere bağlanamaz. Akademisyenlerin üzerindeki senet baskısı kaldırılmalıdır.
– Akademisyenlerin üzerindeki siyasi baskılar bir an önce sonlandırılmalıdır.
Bizlere dayatılan savaş, katliamlar, cinayetler, infazlar; yaratılmak istenen güvencesizlik ve baskı ortamı, giderek derinleşen ve bedeli bizlere ödettirilen ekonomik kriz ancak ortak mücadele ile aşılabilir. İnsanca bir yaşam için, nefes alabilmek için ortak mücadeleyi yükseltelim.
Kaldıraç / 26.02.2016

Savaş büyütülüyor farkında mısın?.. Kan emicilerin savaşını durduralım!

Son olarak, 500’e yakın TSK mensubu askerin ağır silahlarla Suriye’ye girdiği haberleri yayınlandı.
İçeride Kürt halkına karşı başlatılan vahşi savaş ve katliamlar devam ederken, batıda bu savaşa karşı çıkan en ufak bir muhalefetin dahi bastırılma çabası sürüyor.
Bu kez devlet, dışarıda besleyip büyüttükleri çetelerin yenilgisi hızlanınca, savaşa bizzat dahil olmayı önüne koymuştur.
Tüm bu gelişmeler, bölgemizdeki savaşın daha da büyümesi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin, Suriye, İran, Rusya, hatta Çin ile her an savaşa girmesi anlamına gelecektir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Siyonist İsrail, ABD, Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte yarattığı böylesi bir savaş, bölgemizde yürüyen paylaşım savaşının, açık bir üçüncü dünya savaşına evrilmesi de demektir.
Tüm bu yaşananlar, Kürt halkına düşmanlık üzerinden meşrulaştırılmaya; “angajman” yalanları ile beslenmeye çalışılmaktadır.
Bu savaşta ölecek olan, tecavüze uğrayacak olan, yerinden yurdundan olacak olan, savaşı çıkaranlar olmayacak. Sen olacaksın! Senin çocuğun, eşin, kardeşin olacak!
Sırça saraylardan savaş kararı verenler, İslami, milliyetçi söylemlerle, Osmanlıcılık palavralarıyla emperyalizme uşaklıklarını gizleyemeye çalışanlar ve onların çocukları bu savaştan zarar görmeyecek!
Bu savaşı durdurmak, insanca, onurumuzla ve kardeşçe yaşamak bizlerin elindedir.
Yarın düşüneceğin işin, kiran, kredi taksitin, çocuğunun okulu değil; savaşın yarattığı yıkım, acı ve gözyaşı olacak.
Bir avuç asalağın, kan emicinin, hırsızın, uğursuzun çıkarı için ölmeyeceğimizi haykıralım. Tetiklenen bu savaşı durduralım!
Ya onların savaşında öleceğiz ya da kendimiz, çocuklarımızın geleceği için ayağa kalkıp savaş politikalarını hayata geçirmelerine dur diyeceğiz!
KALDIRAÇ
15 Şubat 2016

Tiyatro KAJU Manifestosu

10 Ekim Ankara katliamıyla ilgili çıkardıkları “…daha yolumuz var…” ve Hrant Dink anması için çıkardıkları “Kuşlar” sokak oyunlarından tanıdığımız Tiyatro KAJU manifestosunu, 13 Aralık 1997’de işkencede katledilen dergi yazarımız, şairimiz, ortağımız Bekir Kilerci’nin “Alarga Gönül” şiiriyle bitiriyor:
“Biz kaçınılmaz olanız. Biz sizin endüstriyel hatalarınızın sonucuyuz. Biz sizin yarattığınız toplumdan çıktık. Biz devrin başarılı başarısızlıklarıyız, bu rezil medeniyetin belalılarıyız. Bizler, ahlaksız sosyal seçilimin yaratıklarıyız. Biz, güçlüler ile karşılaştık. Sadece güçlü olanlarımız dayanabildi.
Biz uygun olanların hayata devam edeceklerine inanıyoruz. Siz, maaşlı kölelerinizi kirliliğin içinde ezerek hayatınızı devam ettirdiniz. Sizin hakimiyetinizdeki savaşın kaptanları, kanlı büyük vurgunlarını işçilerinizi köpekler gibi vurarak yaptılar. Böylelikle ayakta kalabildiniz. Sonuçtan şikayet etmiyoruz, doğruluğunu kabul ediyoruz ve biz de aynı doğa kanunu içindeyiz. Ama şimdi bir soru ortaya çıkıyor; varolan sosyal çevrede hangimiz hayata devam etmeliyiz?”
Sanat köreltilmiş toplumsal algılayış, duygulanım ve hareketin ifade edilebilme yöntemlerini ortaya koyarken, direnişin ana yollarından biri oluyor. Ve direniş bir kez daha yukardaki sorunun yanıtını belirliyor, cevabı direnenler veriyor.
Toplumsal olarak tanımlı simgelerle üretilen sanat, değişen toplumsal ilişkilerle eskimiş bilinç arasındaki gerilimden doğar. Bugün duygular ve bilinç burjuva kültür tarafından yoksullaştırılmıştır. Toplumsal ilişkiler iyileştirilemez bir sınıra çekilmiştir. Bu çarpık birikim ancak radikal bir biçimde yıkılırsa her şeye yeniden başlanabilir. Bilinci geliştirmek zorundayız, duyguyu değiştirip temizlemeli, düşünceyi ise bozup yeniden yapmalıyız.
Tiyatro başlangıçta halkın içinden doğmuş, özgür eylemken, aristokrasinin güdümüne girmesiyle sınıfsal ayrım yaşandı; baş kahraman, koro, seyirci. İdealist poetikanın, mutlak özne konumuna getirdiği karakteri, Bertolt Brecht bir nesne, ekonomik ve toplumsal güçlerin sözcüsü olarak Marksist bir çizgiye otururttu. Herkes bu oyuna dahildir. Artık herkes rolünü oynamalı, toplumun zorunlu dönüşümünde baş kahraman olmalıdır. Bugün ezilen halklar kendilerini özgürleştiriyor ve bir kez daha tiyatroyu ele geçiriyorlar. Duvarlar yıkılıyor. Ezilenlerin Tiyatrosu’yla seyirci tekrar oynamaya başlıyor.
Augusto Boal çizdiği Ezilenlerin Tiyatrosu Kaju Ağacı’nın köklerinin Etik, Dayanışma, Felsefe, Politika Çoğalma, Tarih, Katılım, Kelime, Ses, İmaj’la beslendiğini anlatıyordu. Bir kuş çizmişti ağacın üzerine. Uçan bir kuş. Kuşun ağzında bir tohum vardı, ‘Örgütlenme ile Çoğalma’yı temsil ediyordu. Ve ekliyordu:
‘Bu ağaç herhangi bir ağaç değil. Kaju ağacını bilir misiniz? Kaju ağacı ilginç bir ağaçtır. Nereden çıkacağını bilemezsiniz. Kökleri toprağın altında yürür, bambaşka bir yerden kök vererek, orada büyümeye başlar. ‘Ezilenlerin Tiyatrosu Ağacı’ da bir kaju ağacıdır. Kökleri toprağın altındadır ve farklı bir ülkeden, farklı bir şehirden gövde vermektedir.’
Biz; Tiyatro KAJU.
Kök saldık başka bir kara parçasında, gövde verdik.
Bir kuş konmuştu o ağaca. Tohumu aldı ağzına ve baktı ufka.
….
Uçacak o
bir güvercin gibi narin
kırlangıç kadar keskin,
albatros gibi görkemli
şahin kadar hızlı uçacak,
uçacak gözlerden uzak
maharetler saçarak uçacak
o malum günü gelecek
bir duvarda patlayacak
parçalanacak.
Dağılacak çöpleri öteye, beriye.
Tan yeri ağarınca
kanat sesleri kainatı sarınca
irili ufaklı kuşlar
çöpleri yuvalarına taşıyacak.
Her yuvada olacağım o zaman ben.
Bilmeyecek elbet bunu hiç kimse
bir ben bileceğim
bir de sen.
Not: Manifestomuzu yazarken J. London, C. Caudwell, A. Boal’ün metinleri ve Bekir Kilerci’nin şiirinden faydalandık. Eserlerinden faydalandığımız sanat emekçileri bize yol gösteriyor. Yolumuzu aydınlatan bütün devrimci sanatçı ve düşünürleri saygıyla anıyoruz.
Tiyatro KAJU Cumartesi günleri 12:00-15:00 arası AKA-DER Kadıköy şubede, Salı günleri de 17:30-20:30 arası Taksim’de Kaldıraç büroda çalışmalarını sürdürüyor.
Yaşasın özgür sanat!

 

TİYATRO KAJU